25 Temmuz, 2006

NEW YORK BARCELONA VENEDİK

NEW YORK’TA YEMEK, BARSELONA’DA İÇKİ, VENEDİK’TE GONDOL
(Hepsi toplam 1 euroya)





Clandestino by Manu Chao on Grooveshark

Geçen haftalarda Mehmet Yaşin Hürriyet gazetesinde 'Avrupa’da işi bilene ucuz tatil' başlığıyla diye bir dizi tavsiye yayınladı.


Bedava sanatsal etkinlikler dışında genelde 80-100 euroluk oteller ve 30-50 euroluk yemekleri çok ucuz olarak tanımladığını görünce ucuzluğun ne kadar göreceli bir kavram olduğunu bir kez daha fark ettim. Gerçekten parası sınırlı olan insanların moralinin bozulacağını ve seyahat etmekten vazgeçeceklerini düşünerek, ben de bir iki tavsiyede bulunmaya karar verdim

Manhattan'da bedava yemek




New York yeme içme açısından çok pahalı bir kent olmasa da uzun süreli kalışlar ya da parası sınırlı olanlar için 9. Bulvarın 28.cadde ile kesiştiği bölgede ki Episcopal kilise (Holy Apostles Episcopal Church (212) 924-0167 296 9th Ave New York, NY)
hergün öğle saatlerinde (12-13 arası) , evsizler ve her isteyen için üç çeşit sıcak yemek çıkartıyor. Zengin ve yaşlı insanların hizmet ettiği yemekhanede ayrıca yemeğin yanında her gün elma ya da başka bir meyvesuyu da veriliyor ve çeşmelerden istediğiniz kadar doldurabiliyorsunuz. Yemekhanenin çıkışında bir gün önceden kalmış dunatlar(tatlı çörek gibi birşey) beşer onar torbalara koyulmuş, kolilerde, bilabedel sizin akşam öğünü için almanızı bekliyor.

Yemekten sonra caddenin karşısındaki parkta, kilisenin büyük kağıt bardaklarındaki meyve suyu eşliğinde kapının önünde 10 cente aldıkları tek sigaraları tüttürüren, dünyanın sahibi havasındaki zencilerin arasında güneşe karşı yayılmışken aldığım zevkin, zenginlerin gazetelerde sık sık ballandırılarak anlatılan Village restoranlarında aldıklarına benzemese de en azından benim için daha hoş olduğunu düşünüyorum.

Barcelona'da Sangria



İspanya’ya hele Barcelona’ya gidip sangria içmeden dönmek olmaz.
Sangria temelde içine çeşitli meyve parçaları , şeker ve buz atılmış kırmızı şaraba verilen isim. Sıcak yaz günleri için gerçekten hoş bir içecek. Sangriayı en güzel içebileceğiniz yer ise, neredeyse 24 saat müzisyenlerin, kuklacıların, pandomimcilerin çeşitli gösteriler sergilediği Ramblas caddesidir.
İzmir’in Kıbrıs Şehitleri caddesine benzeyen bu caddedeki kafelerde bir sürahi sangriaya normalde ödeyeceğiniz parayla, İzmir’de bir dönüm üzüm bağı almak mümkündür. Bunun için tavsiyem Barcelona'nın arka sokaklarında BİM tarzı koliden satış yapan marketlerden 0,59 cente Tetrapak ya da cam şişede 1 litrelik hazır sangrialardan almanız, daha sonra çantanızdaki sangria ile Las Ramblas ‘taki Mc Donalds’a girip tezgahtaki ortdoğulu gençlerden bir bardak buz istemeniz.



Tezgahtarın vereceği Mc Donalds amblemli ,kapaklı, büyük kağıt bardakla birlikte caddenin üzerine atılmış McDonalds masalarından birine oturup, çantanızdan çıkardığınız sangriayı bardağa doldurup masaları temzileyen yine Ortadoğulu ya da Hintli gençlerle muhabbet ederek buzunuz bitene kadar sangrianın keyfini sürebilrsiniz.




Venedik’te gondol





Venedik’e gidip de dönüşte soranlara bir gondol fotoğrafı gösterememekten çekiniyorsanız, bunu da 50 euronun altında masrafla yapmanın bir yolu var.
Grand Kanalda normalde yürüyerek yarım saat sürecek bir mesafeyi, kanalın karşı kıyısına yolcu taşıyan dolmuş gondollarıyla Palazzo Pisani Moretta civarındaki iskeleden 40 cente geçebilirsiniz.
Gondollar 10 kişi kadar alıyor ve doldukca kalkıyor. Yolculuk bir iki dakika sürdüğünden gondola ilk binip baş tarafı kapmakta ve makinenizi binmeden hazırlamanızda fayda var!











Bu yazı için tavsiye ettiğim müzik, güzel Lübnan'ın en dokunaklı sesi Feyruz'dan:

04 Temmuz, 2006

BODRUM



BİR GECE BODRUM
(Münih yerine)
 



















 
Bir haftalık boş vaktim vardı. Dünya Kupasına gideyim, dünya ile kaynaşayım dedim.Çok ucuza bilet de buldum (sağolasın Ebru)pasaportumun vizesini yeniledim herşey hazırken Neşe 'İçimde bir sıkıntı var gitmen konusunda' dedi. Normalde hiç böyle şeyler söylemediğinden ve gitsem üzüleceğini gördüğümden gitmekten vazgeçtim, ama aklım kupada kaldı. En son okuduğum Tan Oral'ın anılarındaki amaçsız otostoplu seyahatlerin de tahrikiyle güneye doğru bir gideyim de sıkıntım geçsin dedim.

























OTOSTOP ŞARKISI by Tayfun Bilgin on Grooveshark 

Sabah 11 de otoban girişinden otostopa başladım. Şehir içine giden 7-8 arabadan sonra Torbalıya meşrubat taşıyan bir tıra bindim. Şöför Salih abi Al Paçino havasında ve hemen her konuda sinirlenmeden bir paragraf küfür edebiliyor.


 

















Bana rakıyla biranın farkını anlattı: Rakı kanı sulandırdığı için iki kadehte gevşetir, rahatlatırmış. Rahatlayınca daha çok içilirmiş. İçmeyi bırakınca da kan bu sefer eskisinden daha fazla pıhtılaştığı için kaşıntı yaparmış. Bira ise mayalı olduğundan hiçbirşey yapmazmış. Alkolü bırakmak için genç yaşta doktora başurmuş, hastaneye yatmış. Doktor 'Bunca yıllık doktorum ilk defa senin gibi kendi ayağıyla tedavi olmak için geleni görüyorum !'demiş.
Ben de bunca yıllık doktorum, bu lafı hastalardan çok duydum ama bir defa olsun söyleyemedim.
Torbalı'da otobanın üzerinde indim, fazla beklemeden Milas'a giden su kamyonuyla Osman abi aldı beni. Aslında Gökova ya da Antalya tarafına niyetliydim ama Milas'a araba bulunca Bodrum'a gitmeye karar verdim. Osman abi bende önce çok aklı başında biri izlenimi bıraktı.

















Bir kamyon 700-800 damacana su taşıyormuş. Bir seferde 300 ytl lik mazot yakılıyor, şöför de servis başına 35 ytl alıyormuş. Yani damacana başına yaklaşık 50 kuruş nakliye masrafı varmış. Su dolum tesisi de KDV dahil 1 lira alıyormuş. Şehir içi dağıtım masraflarıyla 2 lirayı buluyormuş. 325 kuruşa satıyorlarmış. Damacananın boşu 9 y.liraymış. Herkes kendi kabatmalı damacasını kullanıyormuş. Bu nedenle kapıdan başka damacana aldıkları zaman ellerinde kalıyormuş. Rakibime faydam olmasın diye herkes birbirinin damacanası elinde tutuyor geri satmıyormuş.
Yani müşteriyi bağlamak için 1 y.lira kar karşılığı 9 YTL lik damacanayı bedavaya veriyorlarmış. Konu politikadan Demirelin siyasete dönmesinden açıldı. Abi:
 'Ben eskiden Demirelciydim ama bu Çiller'den sonra bıraktım o çizgiyi ' dedi. Geçen seçimde kime oy verdiğini sordum. Biraz utanarak Cem Uzan'a oy verdiğini söyledi.
' Zeki adam, kendini zengin etmiş , Amerika'yı da dolandırmış memleketi de kalkındırır diye düşündüm ' dedi. 
İlk defa Genç Parti'ye oy verdiğini açıklayan birine rastladığımdan merak edip ne düşünüp de oyunu verdiğini iyice anlamak istedim:
'Yani senin köyde birisi beyaz eşya alsa parasını ödemese üstüne yatsa onu da ne güzel dolandırmış diye hoş görür müsün?' diye sordum.
'Yook" dedi, "en sinir olduğum şeydir."
'Peki' dedim 'bu adam bir kez dolandırmış, memleketi de dolandırabilir diye hiç düşünmedin mi?'
'Ama Amerika'yı dolandırmış, helal olsun iyi yapmış' dedi, yüzüme anlamlı anlamlı bakıp göz kırpıp , olumlu ve gizli bir özellik belirttiğini hissettirerek 'adam kurnaz 'diye de ekledi, ve savunmaya devam etti: 
'Şimdi Demirel olsun, Ecevit olsun, bunların bir şirket kurmuşluğu para kazanmışlığı yok, bu hiç olmazsa işi biliyor, kocaman baraj yapmış."
' Şimdi yine oy verir misin? ' diye sordum,
'Yok öğrendik artık, devlete çok borç takmış' dedi.




















Söke'ye gelmeden Sazlıköy'den geçerken kahvede oturanları işaret edip 'Bunlar hep şey' dedi. 'Ne?' dedim. 'Doğulu işte' dedi. Kürtler hakkında ne düşündüğünü sordum. 'Aslında %90'ı vatana millete bağlı dürüst insanlar, bu PKK yı destekleyenler % 10'dur ancak' dedi , ama az sonra Bafa gölü kıyısında bana tarlanın ortasında büyük bir meşe ağacını 'Bu ağaç çok hoşuma gidiyor' diye gösterdi, bir süre durup düşündükten sonra ekledi 'Kürt gelse bu ağacı keser!'


 

















Devletin özellikle hırsızları , ve tecavüzcüleri direk öldürmesi gerektiğini düşünüyormuş. Zaten devlet de aslında gizlice böyle yapıyormuş, bu meçhul denenler hep öyleymiş.
Milas'tan, kendilerinden yaşlı İngiliz eşlerinden yeni boşanmış iki bar çalışanı genç aldı arabalarına, ellerindeki boşanma ilamını sallayarak kendilerini çok mutlu hissettikleri için beni aldıklarını söylediler. İkisi de aynı gün boşanmışlar, mahkemeden dönüyorlarmış. Biri 'Herkes Avrupa'da birşey var sanıyor, bir gidelim görelim diyor, rezillikten başka birşey değil' dedi.























Evlendikten sonra ikisi de İngiltere'ye yerleşmişler, haftada 300 pound kazanıyorlarmış, sigara parası bellerini bükmüş, sigara 5 poundmuş. Sarma sigara içmeye başlamışlar.
Bodrum girişinde indim. Yürüyerek merkeze gittim, yolda züccaciyenin sebilinden şişemi doldurdum. Bodrum tenhalaşmış,turizm sahiden epey darbe yemiş bu sene. Boşanan çocuklar da '20 yıldır bu kadar kötü sezon olmadı' diyorlardı.

 

















Halikarnas'tan marinaya bir yürüdüm.
Marinadaki Gima'dan karpuz ,peynir,beyaz nohut aldım. Sahildeki banklara oturdum bir yandan karpuz yiyip bir yandan Semih Balcıoğlu'nun anılarını okumaya daldım. Yavaş yavaş karpuzun 3/4 ünü yedim ama yiyecek yer kalmadı,artanını naapsam diye düşünürken arkamda oturan ihtiyarlar beni alman sanarak kulağımın dibinde konuşmaya başladılar: 
"Amma yedi, yuh bir doymadı, insan bir dilim de getirir ikram eder vs."




















Kalan karpuzu dilimledim, bu arada hala 
'Ohh yumull !" diyorlardı. Götürüp ikram ettim 
'Kusura bakmayın kalabalıksınız diye ikram edememiştim' dedim, ki gerçekten de öyleydi.
Eşekten düşmüş karpuza döndüler, 
'Ya bizim bir kahveci arkadaş var da ona söylüyorduk' falan dediler. Birisi 'Neyse yumulun arkadaşlar' dedi. Fazla da utandırmadan kalktım ilerde başka bir banka yerleştim, biraz daha okudum, biraz uyudum. Kalktım bir tur daha attım, günübirlik tur fiyatlarını sordum, öğle yemeği çay karpuz dahil 20 ytl imiş ,11 de kalkıp 6 da dönüyormuş. Datça'ya feribotu sordum, sadece gidiş 20, gidiş dönüş 25 ytl imiş, sabah 9 ve akşam 17 de iki sefer varmış. Yarın için ikisinden birini yaparım diye düşündüm.































Akşamüstü denizciler kahvesinde bir çay içtim, dolaşırken her zaman kaldığım mendireğin kapatıldığını gördüm. Kalenin duvarı dibinde güzel bir yeri yatmak için mimledim, bir koli de oracıkta duruyordu, gece sahibi gelir bunun diye düşündüm. Kale kapısında bir hareketlilik vardı gittim baktım, Bodrumfest kapsamında Fahir Atakoğlu trio, İf konseri varmış.

 
















Tam bilet almaya yanaştım, önümdeki adam 
'Bunu iade edemiyoruz öyle mi_' diye sordu, gişedeki kız da evet dedi. Adam uzaklaşırken 
'Fazla biletiniz var galiba' dedim. 
'Evet' dedi, 
Baktım vereyim demiyor, ' Ben alayım , ne kadar?' diye sordum. 
15 ytl dedi, kızları evde oturmaya karar vermiş.
























Ben hiç olmazsa 10 ver yeter diyeceğini umuyordum, çıkardım 15 i verdim, sonra bileti açtım baktım 13+2 ytl biletix komisyonuymuş, gişeye sordum 13 dediler. 
Gittim söyledim, adam pişkince cebinden 2 lira çıkardı verdi. 'Fesuphanallah' dedim girdim, yeri de iyice kenardaymış.
Konser güzeldi piyanoda Fahir Atakoğlu , davulda Kübalı Horacio el Negro, ve zenci bir basçı vardı.


 















 
Müzisyenler izleyicilerden daha çok eğlendiler. Atakoğlu'nun oğlu için bestelediği bir şarkıyı çaldılar, duygulandım. Oğlu da konseri izliyordu. 8-9 yaşında yakışıklı,tatlı bir çocuk, ama türkçesi biraz zayıf. Konser bitince çarşıda iki tur daha attım. Bodrum'u yazın hiç bu kadar tenha görmemiştim, Mayıs ayı gibiydi. Halikarnas'tan havai fişek attılar. Çevredekiler hemen cep telefonlarıyla kaydetti. 

   

















Bir tanesi tam patlama anını yakalamış, getirdi bana da gösterdi, 'Çok güzel yakalamışsın çiçek gibi' dedim.
Bir bira içeyim dedim ama hiç canım istemedi, ilk defa bir Bodrum gecesini sıfır promille tamamladım. Mimlediğim yere gittim, boştu, koli de duruyordu.

























Ağaçların altına açtım serdim, çift kişilik yatak gibi oldu, yanımdaki sinkovun da yardımıyla süper bir uyku uyudum. Sabah 7 de kalktım, baktım millet genelde banklarda uyumuş.

 

















Denizciler kahvesinde bir sabah keyfi yaptım, Balcıoğlu'nu yarıladım. Çarşıyı dolaştım, dükkanlar kapalıyken Bodrum sanki bambaşka bir yer. 
Belediye sokakları yıkayıp süpürüyordu.

 

















Kitap sergisinde epey oyalandım, dayanamadım belki kitabım biter diye bir tane de 'Sarıkamış'tan Esarete' anıları aldım.
Tekne turu için mayomu kontrol edeyim dedim, iyi ki de demişim. Çantamda Neşenin lacivert plaj elbisesi vardı ama benim siyah mayo yoktu. Yıllardır bu şekilde myomu unutup da aldığım ucuz mayolardan epeyce biriktiğinden tura çıkmaktan vazgeçtim, bunu da ilahi bir işaret olarak değerlendirdim. Zaten tek başıma tur da sıkıcı olacaktı.
Saat 11 gibi dönüş için köşeye çıktım. 20 yıldır gölgesinde İzmir'e otostop yaptığım emektar direk yerindeydi, ama saat erken olduğundan sadece ampulünün gölgesi vardı. Başımı dikkatlice o gölgeye koyarak kısa sürede Milas'a giden eşi türbanlı bir çiftin arabasına bindim.

    
































Milas'ta bir saat garajın karşısında otostop yaptıktan sonra otostop yapma isteğim asfaltı eriten ve sandaletlerimi yere yapıştıran güneşin de etkisiyle geçti, karşıya geçip Almanya-Arjantin maçına yetişmek üzere Pamukkale otobüsüyle İzmir'e döndüm. Otobüs dolu olduğundan hostes koltuğunda oturdum. 

Döndükten sonra Dünya kupası için biraz daha çırpındım ama hem ucuz bilet kalmaması,hem de Brezilya'nın elenmesi işi bozdu. İnşallah 4 yıl sonra...





Bütçe:
Konser 13
Kitap 12,5
Yeme içme 7,5
Telefon kartı 3,5
Otobüs 15
Toplam: 51,5