29 Kasım, 2006

PEK YAKINDA BURADA:
ZANZİBAR
























ve ZÜRİH




Not:Fotoğrafların hiçbiri üzerinde oynanmamıştır.

06 Kasım, 2006

DOĞU KARADENİZ II
TRABZON UZUNGÖL












Ataköy’den çıkıp Uzungöle doğru tırmanmaya başladık.
Hava gittikçe soğudu, ağaçlar sıklaştı. Uzungöl’e girişte pansiyonlar başladı.
Girişte dağa bakan Koç Pansiyon’a fiyat sordum. Tamamen ağaç lambri kaplı termos gibi odalara 30 dedi Hacı amca. 'Daha temizini bulamazsınız, aile evi burası' diye de çok israr etti tutmamız için, ama devam ettik.
Göl manzaralı otelleri görünce amcanın neden ısrar ettiğini anladık:
Manzara o kadar güzeldi ki yoldaki çorak araziye bakan o pansiyonda aklı olan kalmazdı. Göl kıyısındaki oteller 50-70 YTL imiş ama hiç boş yer yoktu. Gölü geçtikten sonra kanal boyunca devam edip göl kıyısındaki en eski tesis olan İnan Kardeşler’e vardık. Günübirlikçiler, turlar tesisleri doldurmuşlardı. Herkes lokantada alabalık kebap yiyor, çocuklar etrafta bağrışıyor, oteldeki odaların fiyatı da 70 YTL den başlıyordu. Berbat bir ortamdı, hemen kaçtık oradan. Çadır kurmayı düşündük ama hava yağacak gibi ve çok serindi. Bütün otelleri dolaşıp gönlümüze göre bir oda bulamamıştık ki, Neşe kanal kıyısında girmediğimiz bir otel fark etti. Tek başına dikilen İnci Otel'i nasılsa atlamışız, hem de 30 YTL imiş . Balkonunda süper dağ ve kanal manzarası var, odada su sesi hiç kesilmiyor. Otelin içi dışı koridorları,tavanları her yeri ahşap lambri kaplı, mobilyalar televizyon sehpası bile ahşap!
Karadeniz’de odunun bol bulunduğu belli oluyor. Odayı bulduktan sonra akşam için rakı içebileceğimiz bir yer sorduk, tek içkili yer yayla yolunda en son tesis olan Salvan Restoranmış. Gittik baktık, akşama canlı müzik varmış, mahalli sanatçılar çıkıyormuş, horon oluyormuş. Pek sıcak bakmadık, arka tarafta sessiz bir salonları daha varmış, isterseniz orada oturun dediler. Gölün etrafını turladık. Sakin güzel yemyeşil bir yer. Temmuz ayında bu kadar serin olması şaşırttı. Kırmızı benekli alabalık varmış gölde ama tutmak yasakmış. Mandıradan kaşar aldık, tadı süper , kilosu 7 YTL.


Bira sorduk balkonda içelim diye, Uzungöl’de içki satma ruhsatı olan bakkal yokmuş. Yukarda kendi içkisini içmek isteyenlerin muhtemelen ta Of’tan getirmesi gerekecek ,çünkü yol üzerindeki Çaykara benim rehber kitaba inanmak gerekirse Türkiye’de nüfus başına en fazla kuran kursu düşen ilçeymiş.
Akşam Dünya Kupası finali var ama Uzungölde Kanal 1’in yeni uygulamaya başladığı şifresini çözebilen çıkmamış, maçı seyretme hayalimiz suya düştü. Akşamüstü Savlan Restoran’a yerleştik. Müzik olması başta canımı sıkmıştı ama sonradan hoşumuza gitti. Yoğurt(aslında kaymak demek daha doğru olur), kuymak (mıhlamaya burada böyle diyorlar), taze fasulye, kavun , peynir yedik rakı içtik.
Osman ağabey restoranın sahibi; gelenleri kapıda karşılıyor, tipini beğenmediklerini rezervasyonu yok diye almıyor.
İçerde genelde aileler var. Bir saatten sonra canlı müzik başladı, herkes klavye ve kemençe ile horona kalktı.
Kemençe’yi Osman ağabeyin askerden yeni gelen oğlu çalıyor, aynı zamanda da sanki o anda uydurduğu ona buna sataşan sözleri söylüyor.
Horona herkes katıldı, en başta sanki transa geçmiş gibi titreyen Osman abi ile salonun çevresinde kocaman bir halka olup saatlerce oynadılar. Çok etkilendik, duygulandık; ama oynamadık. Gece kapı açık, su sesi ve çam kokusuyla uyuduk.
Sabah kahvaltı için canımız tereyağ çekti. Kalkıp sabah serinliğinde( hava zaten epeyce soğuk) gölün kıyısındaki mandıralardan tereyağ, kaşar, bal; otelin yanındaki taş fırından da sıcak ekmek aldım.
Fırıncıdan öğrendiğime göre kupayı penaltılarla İtalya almış, Zidane'da kafa atıp kırmızı kart görmüş.
Balkonda çay demledik karşıda akan gürül gürül suyu seyrederek kahvaltı edip otelden ayrıldık. Uzungölden ayrılmadan önce dün kaşar aldığımız mandıraya uğrayıp 5 kiloluk bir teker kaşar daha aldık. Kaşar buysa bizim İzmir'de yediğimiz başka bir şey olmalı. Mandıracı abinin oğlu üretiyor kendisi satıyormuş.