12 Ocak, 2017

DANİMARKA (Kopenhag-Esbjerg) Ekim 2016

20161030_093529




Ümit ile bu bloga yazdığı yorumlar sayesinde tanıştık.
Söylediğine göre 16 yaşındayken benim otostop hikayelerimi okuyarak otostop yapmayı keşfetmiş. 

IMG_5343


Şimdiyse  hayatımda gördüğüm en azılı otostopçu.


300892_2459739053644_462071773_n
 

Hiç unutmuyorum bir gece İstanbul'dan telefon edip
"Abi yarın Yunan vizesi için İzmir'e geleceğim. Orda mısın?" diye sordu. Telefonu kapattıktan sonra geceyarısı otostopla yola çıkmış, sabah İzmir'deydi. Pasaportunu konsolosluğa verip, geri almak için beklerken görüştük. Öğleden sonra 3'te tekrar otostopla yola çıktı. 
Ertesi sabah Selanik'teydi.

644585_4589863945435_301246654_n


Benim kırkımdan sonra blogumdan mülhem onsekizimden sonra diye bir blog açtı. 
Üniversite hayatı boyunca (Üniversite hayatı da az değil 7 yıl sürdü. Tembel bir öğrenci olduğunda değil, aksine seçme sınavında çok başarılı olduğu için kendisine en uzun süre karşılıksız burs verecek üniversiteyi araştırmış.

299815_2633056346468_259227297_n 

Bizzat rektörle konuşup 7 yıl boyunca bursunun kesilmeyeceği sözünü aldıktan sonra İstanbul'da iyi bir özel üniversiteye kaydolmuş. İlk üç yıl sadece gezip, son dört yılı ise okuyup gezerek 7 senede İşletme fakültesinden mezun olmayı başarmış.


13495010_10209484300525218_5002972942173196696_n 

Şimdi Danimarka'da işletme mezunlarının iş bulmasının zor olduğunu görünce üstüne bir de kimya mühendisliği ve biyoteknoloji okumaya başlamış. Danimarka'da üniversite eğitimi ücretsiz olduğu gibi haftalık 10 saatlik çalışma karşılığında her öğrenciye ayda  800 euro ödeme yapılıyormuş.)  

Facebook'ta organize olup her isteyenle 'mikro macera' diye adlandırdığı haftasonu otostop seyahatlerine çıkmaya başladı.


545193_3606135592841_1850138829_n 

Seyahat dediysem haftasonu için 4 kişi otostopla İstanbul'dan Gaziantep'e gidip baklava yiyip dönmekten bahsediyorum. 



377100_2842253936277_806017230_n 

Bu turlar sırasında Istanbul'da arkeoloji eğitimi gören Girit'li Virginia ile tanıştılar ve okulları bitince evlendiler.


wedding 

Hatta balayına da otosopla çıktılar


20150312_121044 


"Abi sevgiliyken Virginia ile otostop yapmamızı kimse yadırgamıyordu, ama evlenince herkes garipsemeye başladı" diyordu


484419_4143717232046_1544797225_n 

Virgina'nın Danimarka'da bir doktora programına kabul edilmesi ile oraya yerleştiler.


IMG_5163  

Yıllar içinde birbirimizi  o kadar sevdik ki onu da evlatlığa aldım. Sık sık görüşüyoruz. 

İzmir'de yelkene de bulaştılar




Hatta Virginia'nın kuzeninin düğünü için Girit'e bile gittik ama o başka hikaye...

Bu basit blog Ümit, Gökhan ve onlarınki gibi pek çok paha biçilmez dostluğu bana kazandırdı.


DSC04914


Blogu yazmaya başlarken dost kazanmak gibi bir fikrim hiç yoktu, ancak Ümit gibi parasız gençlerin içindeki gitme dürtüsünün dışarı çıkmasına yardımcı olmak, seyahat etmek için para gerekmediğini, isteğin yeterli olduğunu göstermek gibi bir hedefim vardı. 
Bu iki konu için şimdi gerçekten çok sevinçliyim.
Bu yazı Ümit ve Virginia'yı Danimarka'daki ilk ziyaretimizin hikayesidir.



İzmir'den İstanbul'a hesapta erken vardık ama yarım saat pasaport kuyruğunda bekleyip sıra bize geldiğinde kulübenin camındaki bir kağıttan yeşil pasaport belgelerimizi havaalanının ortasında koyulan bir konteynırda damgalatmamız gerektiğini öğrenince yine uçağı kaçırma riski doğdu. (Yeşil pasaport sahipleri yurt dışına çıkabilmek için çalıştıkları kurumdan sakıncasız olduklarına dair resmi bir kağıt almak zorunda)

IMG_5072 

Neşe sırada beklerken ben bir koşu gittim konteynırı buldum. Önce biniş kartımızın ve pasaportumuzun fotokopisini çektirmeliymişiz. Bu sefer onu çektirmeye koştum, fotokopicide uzun bir sıra vardı.
Sırada bekleyenler "Bu devirde her şey dijitalken fotokopi mi kaldı" veya "Dijital pasaportun fotokopisi mi çekilir ya" diye söylenmiyorlardı. "Bir dahaki sefer havaalanına gelmeden önce fotokopimizi çektirelim de gelelim" diye tevekkül gösteriyorlardı. Nitekim ben de hiç söylenmedim ve geçen hafta Almanya'ya giderken fotokopimi ve biniş kartımı İzmir'den hazırlayıp da gittim. (Be like water my friend)
Neyse biniş kartımız sakıncasız damgası vurdurduktan sonra polisten sorunsuz geçtik.

IMG_5075 

Duty freeden Ümitler'e rakı aldık .
Yol 3 saat civarında sürdü.
Leonardo di Caprio'nun  ayıyla boğuştuğu filmini izledim, 
(Yiyip içmekten ancak yarısına gelebildim, kalanını da dönüşte bitirdim).




Kopenhag havaalanından gideceğimiz Esbjerg şehri 3 saat mesafedeymiş.
Ümit bizim için en ucuz ulaşım yolu olan rideshare (bir nev'i paralı otostop) sitesi Go-more dan bir araba ayarlamış. Normalde havaalanından alacak araba zor bulunurmuş, çok şanslıymışız. Bize gönderdiği rezervasyonda arabanın markası, plakası, şöförün fotoğrafı yanı sıra yolda benzinlikte kullanılabilecek bir şişe su veya bir poğaçalık kupon da vardı.

Bir şişe su deyip geçmemek lazım, Danimarka o kadar pahalı bir ülke ki Duty freede her köşede koca koca 'ufak su 10 kron' (5 lira) diye promosyon vardı.

IMG_5085 

Promosyonlusu bu ise promosyonsuzu kaçadır dedik. Çıkışta gördük 23 kronmuş (11,5lira) Üstelik musluk suyu hem temiz hem lezzetli. 
Ümit'in ayarladığı araba 2 saatlik beklemeden sonra randevulaştığımız  otoparktan bizi aldı.

IMG_5093 

Gümrükçülük yapan Glenn liman ziyaretleri için Audi'siyle yılda 150 bin kilometre yapıyormuş. Benzin şirketten olduğundan yanına yol arkadaşı bulmak için fiyatı düşük tutuyormuş. 3 saatlik yol kişi başı 150 kron (75 lira). Yoldan bir oğlan daha aldık, daha çok onlar aralarında Danca konuştular.
Glenn çok efendi bir çocuk, doğma büyüme Esbjergliymiş, Kopenhag'da yaşayamazmış, çünkü orda çok otopark sorunu varmış. Esbjerg'de arabasını evine park etmeye çok alışmışmış.

IMG_5215 

Otobana girmeden navigasyon ile bulduğu benzinciye gittik. Benzinci kapalı, ortalıkta in cin top oynuyordu. Cep telefonundaki bir programla pompanın kilidini açtı, benzin doldurdu, fatura direk şirkete gidiyormuş.

IMG_5097

Danimarka'da cep telefonuyla online  işlemler çok yaygınmış. Virginia gebelik kontrolü için hastaneye gitmiş, randevusuz muayene etmemişler. Ancak cep telefonundan randevu aldıktan sonra doktoru görebilmiş. 
Kopenhag'a dönerken bindiğimiz şehirlerarası otobüse de yoldan ördek gibi binmek mümkün değildi. Bilet sadece internetten alınıyor, otobüse binerken cep telefonundaki kodu gösteriyorsun. Şöför de kendi cep telefonundan ismini kontrol ediyor. Yaşlılar cep telefonu kullanamadıkları için ellerinde yazıcı çıktılarıyla otobüse biniyorlar.

IMG_5983

Glenn 390 kilometrelik yolu maksimum hız sınırı olan 130 ile tam 3 saatte aşarak bizi Ümitlerin kaldığı öğrenci yurdunun önüne getirdi, adeta taksiyle gelmişiz  gibi oldu.

IMG_5133 

Ümit'ler bir senedir Esbjerg'in hemen karşısındaki turistik Fanø (Bu harf ö okunuyor, Fenö) adasında denize sıfır nefis bir evde ucuz bir kiraya (800 euro) kalıyorlardı ancak biz gidemeden evlerini boşaltmak zorunda kalmışlar zira eşyaları döküntü olduğundan içerdeki görüntü evi satmak isteyen ev sahibinin işine gelmemiş. Şimdi kaldıkları öğrenci yurdundaki iki odalık dairenin kirası 400 euro imiş. Odanın ufak bir mutfağı olduğu gibi yurdun her türlü kap kacak bulunan genel mutfağından da faydalanabiliyorlarmış.
Bu evdeki eşyalarını da ikinci el almışlar, çoğu bedava. Örneğin 42 ekran Lcd TV ye 10 euro vermişler. 
Daha sonra keşfedeceğimiz gibi Danimarka'da aşırı zenginlikten mülhem ikinci el mallar bedavaya yakın satılıyor. Ayrıca buranın esas olayı dumpster diving dedikleri marketlerin attıklarından faydalanmakmış. 

14996565_10210743377401353_146031427_n

Ümit Danimarka'ya yerleşmeden önce yaptığı keşif ziyaretinde bunu öğrenip bana ballandırarak anlatmıştı. Yine aşırı refahtan kaynaklı olsa gerek, marketler tarihi yaklaşmış ya da ambalajı bozulmuş ürünleri olduğu gibi atıyorlar. Ümit'in mikro gezilerinden tanışıp evinde kaldığı arkadaşının derin dondurucusu bu marketlerden çıkan etten içkiye çeşitli malzemelerle doluymuş.

IMG_5128

Bu Danimarka'da herkesin yapmadığı ama yapılmasının da kültürel olarak ayıp karşılanmadığı bir şeymiş. Daha sonraki günlerde tanıştığımız emekli bir doktor hanımın da sürekli market atıklarından geçindiğini söyledi Ümit.
Birer kadeh hoşgeldin uzosu içtik.

IMG_5102 

Daha sonra biz de bu en ekstrem Danimarka aktivitesini gerçekleştirmek için yakınlardaki 3 marketi ziyaret ettik. 
Bir saatten kısa sürede 3 kasa dolusu ananas, muz, füme balık, krem peynir, tereyağ, kvark, yoğurt, bir koli portakal suyu, ekmek, iki koca sosis, hazır pizzalar, tavuk, köfte, bütün bir somon bulduk.

IMG_5117 

Bunların hepsi ambalajında ve gayet iyi durumdaydı. Çoğunluğu az satıldığından olsa gerek pahalı organik yiyeceklerdi.
Füme balıklar bile organikti.

15683339_10211242461718149_154441045_n 

Ümit de bulduklarını stoklamak için ikinci el bir derin dondurucu edinmiş. Normalde odalarında duran buzluğu bize yer açmak  için yurdun mutfağına koymuşlar. Millet de boş buzluk bulunca hemen doldurmuş.

IMG_5127 

Dondurulacakları yerleştirdikten sonra hemen bir pizza yedik, şiş göbeklerle bizim için şişirdikleri şişme yatakta yattık.

20161027_100011 

Sabah Ümit erkenden derse gitti,  11 de döndü. 
Bizim için 2 bisiklet tamir etmiş. İşçilik pahalı olduğu için bütün tamirleri Youtube'dan bakarak kendisi yapıyormuş (ikinci el arabalarının tamirini de)
Yurdun bisiklet garajında kimisi hibe, kimisi başka yollarla edinilmiş toplam 9 bisikletleri varmış.

IMG_5135 

En ilginci gece bardan dönen sarhoşların şehir merkezi ile yurt arasındaki ormanda devrilip bisikletlerini bırakmalarıymış. Bisikletler de harcıalem değil, ince, spor jantlı, göbekten 7 vitesli canavar şeyler. Bir tane de parayla almış ama o da 250 lira.

IMG_5139 

Vardığımızda birinin lastiğini bizim için değiştiriyordu.

IMG_5123 

O dersteyken biz de dün aldıklarımızla güzel bir kahvaltı ettik.

20161027_100111 

Hep beraber tamir ettiği bisikletlerle ormandan geçerek merkeze gittik.

20161027_114259 

Ormanın içi çok hoşumuza gitti, serbest dolaşan geyikleri uzaktan gördük.




Ümit beslemeye çalıştı, daha doğrusu elinde bir şey varmış gibi uzattı. Daha önce de aynı numarayı çok yapmış olacak ki geyikler hiç ırgalanmadı. 

Ormanın içindeki toprak patikalar koşanlarla doluydu.

IMG_5167

Danimarka'da CHP li belediye olmadığından orman içindeki yollara parke taş döşenmemiş, öyle toz toprak olduğu gibi bırakmışlar.

Untitled  

Oysa ki İzmir'deki Homeros Vadisi'nde belediyemiz dağın tepesindeki vadiye bile taş döşemeyi başardı.

Ayağın hiç tozlanmadan dağcılık yapabiliyorsun.

DSC05494

Mahallemizde son yapılan kırk dönümlük parkta ise betona acımayarak, kendini aştı toprağı hiç göstermedi. 




Çalıların altında mecburen görünecek toprağa bile kolormix denilen, kömür cürufu gibi bir malzeme döktüler. Çiçekleri de betonun üzerinde saksılara diktiler.




Eğer İzmir'de nefis beton dökülmemiş, iki renkli parke taşı döşenmemiş bir toprak parçası görürseniz endişeye mahal yok, henüz sırası gelmediğindendir!

IMG_5156 

Şehir merkezinde bisikletleri bağlayıp ana caddede yürüdük, Esbjerg küçük sakin bir şehir.

IMG_5187 

Ana gelir kaynağı denizcilik ve balıkçılıkmış. 
Yıllarca ağır balık kokusu varmış ama şimdi fabrikaları mı taşımışlar ne koku gitmiş. 
Her yer pırıl pırıl, herkes şıkır şıkır aksansız İngilizce konuşuyor.

IMG_5180 

Şehir merkezinde annemin istediği bir ilaç için eczaneye girdim. 
Eczanede sıra numarası alınıyor.

IMG_5168 

Turizm bürosunda çalışan kimse yoktu, ama şehir hakkında envai çeşit broşürün yanında kocaman bir dokunmatik ekranlı harita vardı.

IMG_5197 

Laf arasında Ümit'e 30 yıl önce Bodrum'da otostop yaparken tanıştığım Danimarkalı arkadaşlarımdan bahsettim. 

O zaman bizden 3-5 yaş büyük olan bu Danlarla o kadar kaynaşmıştık ki bir süre beraber gezdik.

IMG_7983 

Birlikte tekne turlarına çıktık.

IMG_7988 

Bize Danca çok ayıp küfürler öğrettiler.
At kuyruğu saçı bir erkekte ilk defa 1986 yılında Ole'de gördüm, hatta onlar gittikten sonra biz de 18 yaşın heyecanıyla saçımızı uzatıp onlar gibi küçük bir at kuyruğu yaptık.


IMG_7984 

(Bu fotoğrafta İzmir Fuarı'mda makarna ile bira içiyoruz. Ole tepesindeki zıplayan tavşanı Basmane'de görür görmez satın aldı. Abisiyle aralarında gittikleri yerden bulabildikleri en kitsch şeyi alma yarışması varmış)

Plajda havluya sarınmadan mayo değiştirmeyi de onlarda gördük. Durur muyuz, tabi hemen biz de uyguladık. 
(Şaşılacak şey 1986 Bodrum'unda buna kimse laf etmiyordu)

IMG_7986

Paraları bittiği için otostop yaparak kamyon kasalarında Yeşilköy Havaalanı'na kadar birlikte gittik. Tiplerimiz saç sakal, o kadar kayıktı ki son bindiğimiz arabanın şöförü ısrarla (biraz da aldığı alkolün etkisiyle)
"Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz" deyip durdu.
"Abi biz Türküz, İzmir'liyiz, bu arkadaşları getirdik, onlar yabancı" diyoruz, ama abi :
"Yine de Türkçeyi çok iyi öğrenmişsiniz, bravo!" demekten vaz geçmiyordu...

Untitled

Bir sonraki sene İzmir'e geldiler, misafir ettik gezdik, sonra bağlantımız koptu.
İnternet çağında da kendilerine ulaşamadım. 
Birinin adı Ole Ritz Møller hiç sonuç vermedi, diğerinki ise ne yazık ki meşhur bir teknik direktörle aynı; Morten Olsen idi. Rastladığım Danimarkalı bir kaç kişiye (Danları Fjallraven kanken etiketli çantalarıyla 
hemen her yerde ayırt etmek mümkün)


  
Kopenhag telefon rehberinden bakıvermelerini ve ulaşabilirlerse mail adresimi iletmelerini rica etmiş ancak bir sonuç alamamıştım.
Danimarka seyahatine çıkmadan önce bir kez daha şansımı denemek istedim.
Bu sefer Facebookta Ritz Møller soyadlı bir kadına rastladım. Kendisine mesaj atıp Ole'yi tanıyıp tanımadığını sordum.
Hemen yanıt geldi,
"Evet kardeşim olur, siz nerden tanıyorsunuz?"
Heyecanla 30 yıl öncesinden iyi arkadaşım olduğunu söyleyip kendisine nasıl ulaşabileceğimi sordum.
"Ole 1991 de AİDS'ten öldü" cevabını verdi


Untitled


Ümit'e bu hikayeyi anlatınca kendine iş edindi, Kopenhag telefon rehberindeki bütün Morten Olsen'lere (5-6 kişi)  mesaj attıp "1986'da Türkiye'den Bora diye bir arkadaşınız var mıydı?" diye sordu, kimse yanıt vermedi.

IMG_5179 

Merkezde bir ikinci el dükkanına girdik. Bizdeki vintage dükkanları gibi kıyafetler pırıl pırıl askılarda, hepsi iyi durumda, bardak, çanak, ev aletleriyle doluydu, pek güzeldi. Ben sıfır gibi güzel bir bot buldum 75 krondu ama azcık bol geldi.  Ümitler 10 krona hiç kullanılmamış bir seyahat tavlası aldı .
İkea'ya benzer bir mağazaya girdik, yapıştırıcı, bisiklet farı ve Can'a sosis şeklinde oyuncak aldık.

IMG_5220 

 Bu sefer Virginia okula gitti, biz yurda dönüp genel mutfakta dün bulduklarımızı pişirdik, yedik. 
Bir sürü köfte, pizza, sosis, cordon bleu, hem hazır vakumlu, hem taze maruldan salata.

20161027_142411 

Portekizli Theresa diye bir kızla aynı buzdolabını kullanıyorlarmış, yanlışlıkla kızın bir domatesini salataya koymuşuz. Ümit sonra söyleyince kız 

"A, lafı mı olur"  falan demedi.
"Onun yerine sana mandalin koydum"  deyince ise çok sevindi "Ne önemi vardı" dedi.
Theresa çok zilliymiş, çok içiyormuş, Virginia gıcık oluyordu buna.

IMG_5561 

Patlayacak gibi yedik, üzerine tatlılar da götürdük. Yediklerimizin hepsi lezizdi ve bir kuruş masraf etmedik. Burda tatlı sağlığa zararlı diye aşırı vergilendiriliyormuş. 
Bir Milka çikolata 10 lira idi.

Untitled 

Yemekten sonra tekrar bisikletlere binip feribotla Fanø Adası'na geçtik.
Feribot gidiş dönüş 35 kron. Burada geldiğimizden beri ilk 70 kronumuzu harcadık. İzmir'den çıkmadan bir döviz bürosundan euro yerine 1700 D.Kronu almıştım, yarısını geri getirdik. 
Feribotta bisiklet için özel biniş rampası ve park yerleri vardı.

IMG_5237  

Bisikletlerimizi bağladık.

IMG_5242 

Biz Türkiye'de bisikletlilere saygı gösterilmiyor diye yakınırken orda durum tersine dönmüş. 
Bisikletliler daha imtiyazlı, yayalara azcık yol kalmış.

IMG_6228 

Herkes çok güleryüzlü, her şey çok sakin, düzgün, düzenli. Ümit:
"Abi meğer Türkiye'de ne çok şeyle uğraşmam gerekiyormuş. Burda hiçbir şey düşünmene gerek yok, gelecek kaygısı yok! Öğrencilere kişi başı 800'er euro veriyorlar ama insanlar üniversite okumak bile istemiyor. Herkes hayallerinin peşinden gidiyor" dedi.
Feribot yolculuğu 15 dk kadar sürüdü.

IMG_5276 

Limanda denize vantilatör döşeyen gemi vardı

IMG_5254  

Danimarka'da karaya ve denize o kadar çok rüzgar jeneratörü koymuşlar ki enerji fazlası varmış. 

Elektriği hiç sakınmıyorlar.

Untitled 

Arazi düz olduğundan olsa gerek, karadakiler bodur

IMG_5598 

Fanø'da limanın hemen yanında güzel bir plaj var, yazın yüzülüyormuş.

IMG_5277 

Önce eski evlerine gittik.

Gerçekten denize sıfır, çok güzel bir evmiş.

IMG_5281 

200 yıllık falan, tuğladan yapılmış, tavanı alçak. 
Çok
 da güzel bir bahçesi, bahçede barbeküsü var.

IMG_5286 


Yazın güzelmiş ama kışın zor ısınmışlar. 
Çatılar sazla kaplanmış ve üzerlerinde yosun bitmiş.

IMG_5295 


Hava çok nemliymiş.

IMG_5302 

Daha sonra konuştuğumuzda Ümit evin 300 bin euroya satıldığını söyledi.

IMG_5305 

Yollarda eski komşuları ile karşılaştık. 
Charlotte ve Jan ile ayaküstü sohbet ettik .

IMG_5310 

Haloween haftasında olduğumuzdan oyulmuş kabaklar sokakları süslüyordu.

IMG_5327 

Ümit adada yaşayan birisinden Virginia için internette gördüğü bir LG D 3 telefon aldı (280 liraya)
Evden alıp çıkması 5 dakika sürmedi, kutuyu çıktıktan sonra açtı.

IMG_5353 

Gıcır gıcır bir telefondu, satan tüm aksesuarlarıyla birlikte kılıfını da vermiş.
"Burda insanı kandırma adeti yok abi, ondan kontrol etmeden aldım" dedi.
Marinaya gittik.
Marina diyorum ama bizim balıkçı barınağının daha düzenlisi. Bir köşede yelken kulüplerinin eğitim tekneleri sıralanmış.

IMG_5333  

Yelkenciliğe bulaştıktan sonra almaya niyetlendikleri satılık teknelere baktık. 
Tekne fiyatları da Türkiye ile kıyaslandığında bedavaya yakın. 
Ümit'in en büyük hayali ordan aldığı tekneyle Türkiye'ye gelmek.

IMG_5334 

Dönüşte adanın en yüksek tepesine çıktık.
Rakım 17 metre.

IMG_5355 

Ümit  tırmanırken yolda mola verelim diye espri yaptı. 
Burada THY'nın yanımıza verdiği şarapları içtik.

IMG_5362 

 Teşekkürler THY, seni seviyoruz.


IMG_6132


Karşı kıyıdaki şehir çok yakın görünüyor

Untitled 

Havanın kararmasına yakın daha önce yolda tanıştığımız komşu Jan'ın evine gittik.

IMG_5320 

Eskiden Kopenhag'da sokak çocuğuymuş, kirli işlere bulaşmış. Sonra yelkenciliğe sarmış, dünya denizlerinde dolaşmış, bilgisi görgüsü artmış. 
Viking tipli, tatlı bir adamdı.

IMG_5392 


Bahçesinde güzel bir viski ikram etti.

IMG_5389 

Jan'ın bahçesindeki bu mangal da Ümit'e aitmiş. 
Bedavaya almış, yurtta koyacak yeri olmadığından adada bırakmış

IMG_5388 

Jan'ın da niyeti Türkiye'ye tekne götürüp satmakmış.  
Karadan Venedik'e kadar  transfer 1000 euroya mal oluyormuş. 
"Bu eski teknelerle Ege'de seyir zor olur" dedim,
"Hava durumuna bakarsın" dedi.
"Değişebilir, en kötüsünü düşünmek lazım" dedim.
O kaygısızdı, belki ben iyice yaşlandım, fazla temkinli oldum.
Üşüyünce içeri girdik, içerde de viskiye devam ettik. 
Şişe yarılandı, muhabbet ballandı, Neşe uyudu,

IMG_5397 

Virginia arabayla geldi bizi Jan'ın evinde buldu. 
Ümit hediye aldığı telefonu verdi, Virginia teşekkür etmedi, kızdı. Niye kızdığını sordum.
"Telefonum idare ediyor, istemediğim söylemiştim" dedi. (Kendi telefonunu antika olduğu gibi ekranı da kırık, yarısında görüntü yok. Rabbim herkese böyle tutumlu kadın versin)

IMG_5414 

Jan Airbnb ile oda kiralayarak geçiniyormuş, 
Biz otururken iki genç geldi 
O onlarla ilgilenirken biz çıktık. 
Kızlar arabayla, biz bisikletle ıssız Fanø sokaklarından geçerek bir binaya gittik.
Burada mahallelinin halk dansı gecesi varmış.

IMG_5464 

 Gözlerime inanamadım

Untitled 

Arada gençler de olmakla birlikte 70-80 yaşlarında gayet dinç bir sürü çift hep beraber neşeli ama büyük bir ciddiyetle Amerikalıların Barn Dansına benzer el çırp, eş değiştir, dön gibi karışık hareketlerden oluşan dansı çalışıyorlardı.

Untitled 

Bir köşede yine amatör köylülerin çaldığı iki keman ve bir gitardan müteşekkil canlı orkestra aynı ezgiyi defalarca çalmaktan hiç yüksünmüyordu.

IMG_5489 

Ümit büfeden bize yeşil Tuborg aldı, tadını unutmuşum.
Dansı izleyenler ya da yorulanların oturduğu, salonu çevreleyen masalara yerleştik.

IMG_5484 

Ümit ve Virginia bir yılda asimile olmuşlar, dansa katılıp o karışık figürleri yapmaya başladılar. 


IMG_5449

(Gerçi Ümit'in onca viskiden sonra  sergilediği danstan ziyade komediydi. Herkes sağa dönerken o sola dönüyordu, bir ara parmak bile şıklattı. Şaka bir yana ikisiyle de bu girişkenlikleri nedeniyle çok gurur duyuyoruz. İskandinavlar gibi tutucu bir toplumda böylesine kabul görmek kolay değil)


 

Neşe'nin midesi ağrıdı.
İlaç bulabilir miyiz acaba diye soruşturduk.
Emekli bir doktor kadın üşenmedi, aldı bizi ıssız sokaklardan geçerek evine ilaç vermeye götürdü.

IMG_5516 

Kadının evi bambaşka bir alemdi, müzeye girmiş gibi olduk. 
Girişte müzelerde bulunacak büyüklükte bir camekanda ninesine 1848 de İngiltere'den gelmiş çeyiz porselenler vardı.

IMG_5518 

Evin salonu da 1899'dan beri değişmeden koltuk, halı, tablo öyle duruyormuş.

IMG_5523 

Duvarda upuzun bir yılan derisi asılıydı. 

IMG_5531 

Bu hanım da marketlerin attıklarını topluyormuş.

IMG_5528 

Yaş haddinden emekli olmak zorunda kalmış yoksa Danimarka'da doktor açığı varmış.

IMG_5530 

Neşe'ye ilaç dolabından bolca antasit verdi, ben de kendisine sarıldım, mesleki samimiyet gösterdim.

IMG_5526 

Daha sonra Virginia "Para teklif etseydiniz ilacın parasını alırdı" dedi. Hiç aklıma gelmemişti.
Bizimkiler buranın köylüsü gibi olmuşlar; herkesi tanıyor, her dedikoduyu biliyorlar.

IMG_5538 


Hata yapanları uyaran, dans polisi dedikleri bir kadın vardı. Kadının dansettiklerinden kel olan kocası, diğeri sevgilisiymiş.

IMG_5471 

İnsan ister istemez bizim memleketteki mandalin yiyip çekirdek çitleyerek evlenme programı izleyen emeklileri düşünmeden edemiyor,
Bir de psikopat vardı, sürekli soru soruyordu, benim gençliğime benziyordu.

Untitled 

Dans 20-22:30 arasındaymış. 
Bitince Neşe bisikletini adada bırakıp Virginia'nın arabasıyla, biz ise yine bisikletlerle döndük. 
Eve dönerken bir markete uğradık. Biraz daha et, balık, peynir ve  ve 4 şişe nefis şarap bulduk. Başka bir kız bizden önce gelmiş 7-8 şişe şarabı çantasına yerleştirmişti. Bizi görünce kendi aldıklarından birini bize verdi.
Virginia gelirken süt alın demişti, onu da ben buldum almamıza gerek kalmadı.

IMG_5552 

Eve döndük, kızlar yatmış
Odada gürültü olmasın diye yurdun merdiven sahanlığındaki masada epeyce daha yiyip içtik.
Yurt çok hareketliydi, resmen 72 milletten öğrenci vardı.

Sanki bütün turistlerin birbirini uzun süredir tanıdığı bir hostel gibiydi.

IMG_5814

Herkes yarınki Haloweene hazırlanıyordu. 

Vietnamlı, car car konuşan şortlu bir oğlana "Sen hiç ezik değilsin, burda mı doğdun? dedim, öyleymiş. Yurttaki yasadışı işler de bundan soruluyormuş.
Lüksemburglu Matthew diye bir çocuğu sarakaya aldık. Chicago'nun adının chick-a -go dan geldiğine inandı. 
Yakışıklı ama saf çocuk...
"Senden ve futbol takımından başka Lüksemburglu var mı?" diye sordum, 500 bin kişilermiş.

IMG_5570 

Ümitle babalık kontratı yaptık, gece ikide yattık.
Sabah teşkilatlı bir kahvaltıdan sonra Ümit okula gitti geldi

IMG_5586 

Hep beraber arabayla 50 km mesafedeki tarihi bir şehir olan Ribe'ye gittik.

IMG_5588 

Yolda bu civarın en büyük ikinci el mağazasına  girdik, hangar gibiydi. 
Bardakları çok beğendim, mobilyalar da vardı ama bir şey almadım.

IMG_5592 

Ribe'de hava soğuktu

IMG_5763 

Evler çok eskiydi. 
Katlar yamuk yumuk olmuştu

IMG_5772 

Şehir merkezinde dolaştık. Katedrale girdik.

IMG_5622 

Danimarka o kadar düz ki katedralin çatısı Fanø'den görünüyormuş.

IMG_5631 

Bizde satılan suni yılbaşı çiçeklerinin doğalı varmış


IMG_5715  


Kaleyi çevreleyen bahçelerde, dere kıyısında dolaştık.

IMG_5753  


Danimarka'nın tabiatı çok canlı her yer yemyeşil çayırlarla, ormanlarla kaplı.

IMG_5731 


Bahçeler çok bakımlı

IMG_5736 

Dalından ahududu, böğürtlen, elma, minyatür elma, armut yedik.

IMG_5744 

Minyatür elmayı ilk kez burada gördüm. 
Görünümü çalı gibi, meyvelerin tadı ise aynı Amasya elması

IMG_5788 

15. evlilik yıl dönümümüzü de burada kutladık.

20161028_133341 IMG_5762 


Ribe'de de bir ikinci el dükkanına girdik. 
Zemin kattaki bir daireyi yaşlı kadınlar çalıştırıyordu, ev gibi döşenmişti. 
Ümit burdan da ekmek kızartma makinası aldı.

IMG_5781 


Eve dönünce Virginia okula, biz de yurdun karşısındaki havuza gittik, giriş 75 kron (10 euro)
Ümitler yıllık 400 euroya paso almışlar. 

Neşe Virginia'nın kartı ile girdi, ben bilet aldım.
Duşlara mecburi donsuz giriliyormuş, Allahtan kadın erkek ayırmışlar. İçerde 25'er metrelik 2 yüzme havuzu, sıcak havuz, bebekler (çocuklar değil, 1 yaş altı bebekler) için yüzme eğitmenli havuz,  dalga havuzu, 2 tane sürat ölçen radarlı kaydırak, 2 jakuzi, 3 sauna vardı.




Burada 3 saat kadar kaldık,  dün gece bulduğumuz şarapların bir şişesini içtik, ikinci elciden aldığımız  tavlayı oynadık. Ümit çok şanslı idi.
Yurda döndüğümüzde  Virginia'yı bize yemek hazırlamış olarak bulduk.


IMG_5792 

Fırında somon pişirmiş yanına da hindistan cevizi yağıyla yapılmış pilav ve salata.

IMG_5795 

O sırada mutfağa gelen Moldavyalı bir kıza da ikram ettik, pek sevindi.  Karışık meyve çilek, kavun, ananas, elma vs.ye geçtiğimizde diğer öğrenciler mutfağı doldurdu.

Untitled 

Herkes kendince bir şeyler pişirdi.  
Suriyeli bir kız vardı babası savaş çıkmadan az önce buraya göç etmiş. Etmeseydi hali nic'olurdu insan düşünmeden edemiyor.

IMG_5808  

Neşe,
"Bizdeki öğrenciler olsa dışardan hazır yerlerdi" dedi.
Ben de "Burda tavuk döner yok" dedim


IMG_5814


Herkeste geceki Haloween partisinin heyecanı vardı. 
Gençler makyaj kostüm işini çok ciddiye almışlar.

20161028_214353 

Yemekten sonra herkes odasına gidip hazırlanmaya başladı.

20161028_210318 

Koridorlar ağzı yüzü kan içinde ölü yürüyesilerle doldu.

20161028_214507 

Bu Haloween'in olayı korkutmakmış.

20161028_215023 

Yurdun bodrum katı böyle günlerde ve haftasonları bara dönüştürülüyormuş. Barın üstüne denk gelen bizim odadan wifi aldılar, ses düzeni kurdular.

Untitled

İsteyen kendi içeceğini getirdi, isteyen bir köşede kurulan bardan aldı. Öğrenciler Almanya'dan getirdikleri biraları 10 krona (5 lira) sattılar. Kokteyller ise 10 liraydı. 
Barmen milli kahramanları Drakula kılığındaki Romen öğrenci Sorin idi.

IMG_5846  


Danimarka'da alkol pahalı olduğundan herkes yakındaki Hamburg'a gidip ordan kasa kasa bira getiriyormuş.
Bizim kızlar da eldeki imkanlarla kıyafete girdi, Neşe falcı oldu.


20161028_215908 

Her şeyde olduğu gibi bu olayı da çok ciddiye aldı, taytını yırtmayı, dişini boyamayı düşündü, vazgeçirdim.
Biz önce bir şey giymeyecektik ama baktık bizden başka herkes bir kıyafete bürünmüş. 


IMG_5904 

Biz de mecburen maymun gibi bornoza, doktor  önlüğüne girdik.

IMG_5839 


Gece 11'e kadar pek bir olay olmadı, koridorlarda dolaşıldı. Biz de mutfakta oturduk sohbet ettik.

Untitled 

Tavla oynadık.

IMG_5883 

11'de dans müziği başladı, bara indik.

IMG_5923

Biz de epeyce dans ettik,  en sonunda yorulup yattık.

Untitled 


Bar tam odamızın altındaydı, sabah 4 e kadar çaldılar. 
Tam 4 te tuvalete kalkmıştım ki sustular.
Neşe'ye ben susturdum dedim
Yatmadan Kopenhag için sabah erken saate bilet aldık  2x200 kron. Firmanın adı Rodbilet otobüsleri kırmızı.


IMG_6011 


 Sabah Ümit bizi otobüs durağına götürdü.

20161029_084755 

Şöföre cep telefonumuzdan biletimizi gösterip bindik.

IMG_5983 

 İki katlı otobüsün önündeki rezerve koltuklara oturduk

IMG_5969 

Sonradan sahipleri gelince kalktık. 
Kah uyuyarak, kah Duolingo çalışarak Kopenhag'a geldik.

IMG_5965 

Otobüste self servis kahve, su ve güzel uçak tuvaleti vardı, bir kere de mola verdi.

IMG_6016 

İnternet de vardı ama şöför açamadı. Önümüzde oturan Brezilyalı çocukların internetinden Kopenhag'daki ev sahibimiz Learke'ye varış saatimizi bildirdim.
Yolda evden hazırladığımız sandviçlerimizi yedik. Yanımıza aldığımız son kullanma tarihi geldi diye marketten atılmış muzlar elmalar İzmir'e kadar geldi, hatta mutfakta bir hafta daha durdu.
Kopenhag'ın bulunduğu adaya upuzun bir köprüden geçiliyor.


Untitled 

Learke'nin eşi Carsten bizi otobüsten indiğimiz yerde karşıladı.
"Nereyi görmek istersiniz?" diye sordu.
"Christiania" dedim, sevindi. 

Zorla Tivoli'ye götürür diye korkuyordum, hiç öyle olmadı.

Untitled 


(Tivoli okuduğum kadarıyla Kopenhag'ın Disneyland gibi meşhur bir parkı. Giriş bilet fiyatları da Disneyland'i aratmıyor. Christiania ise hippilerin kurduğu kocaman bir başka park)

IMG_6116 


Carsten çok hoş, benim yaşlarda, sakin bir adam. Danimarka'nın en eski punk rock grubu (30 yıllık) President Fetch'in davulcusumuş. Aynı zamanda pedagoji ve idarecilik okuduğundan otistiklere eğitim veren bir okulun da müdürüymüş. Arabası da pek hoş, dökülen bir Volvo 850 idi.

IMG_6319

Danimarka'da araba fiyatları komşu Almanya'nın iki katıymış ama Alman plakalı araç kullanmak yasakmış.
Christiania'ya popüler olan ön kapıdan değil ormanlık alandaki arka kapıdan gidik.
Yine güzel ormanlar.
Parke taşın burada da ihmal edildiği gözümüzden kaçmadı.


IMG_6149 

Hippiler 1971 de askeri bölge olan İzmir Fuarı kadar büyük ve şehrin göbeğindeki bu alanı işgal edip bir komün hayatı kurmuşlar. İçerde bir göl de var.

IMG_6077 

Carsten'in bir kız arkadaşı bu göle sarhoş girmiş boğulmuş, anısına bir taş kazımışlar.

IMG_6138 

 Geri dönüşümlü malzemeden kulübeler yapmışlar.

Untitled 

Bu bank eski bir tekne salmasından yapılmış.

IMG_6087 

İçerde uyuşturucu satışı ve kullanımı yıllardır serbestmiş ancak geçenlerde bir cinayet işlendiğinden polis kontrolü sıkılaştırmış. Satıcılar da tezgahlarını kapatıp gelene geçene  fısıldamaya başlamışlar. 
Satıcıların olduğu bölgede fotoğraf çekmek hoş karşılanmıyormuş.


IMG_6072 

Parkın yönetiminde tam demokrasi varmış, her karar uzun uzun tartışılarak alınıyormuş. Biz de bir tuvaletin kapısında toplantı ilanı gördük.

IMG_6081  

Parkta yaşamak için dışardan adam almıyorlarmış, mutlaka bir tanıdığının olması lazımmış.
Carsten'in kızı Athena'nın liseden Hüda diye Faslı bir kız arkadaşı varmış. Sonradan evde kızın fotoğrafını da gördük, lisedeyken türbanlıymış. Sonradan Danimarka'nın meşhur bir reggae solisti ile çıkmaya başlayıp evlenince Christiania'ya taşınmış.


IMG_6128 

Carsten'in kızı Athena da Arjantinli eşi Federico ile Barcelona'dan memleketine döndüğünde bir sene kadar Christiania'da yaşamış.  (Bu kısmı anlatırken sanki içime annem kaçmış gibi oldu)
Parkta çok rahat bir hayat varmış. Gençler yaşlılara destek oluyorlarmış.


IMG_6093 

Komünal bütçeyi desteklemek için içerde işlettikleri çok lüks restoranları varmış, DK prensi bile yemek yemeye buraya geliyormuş.

IMG_6118 

Ayrıca burda imal edilen çok meşhur bisikletler varmış

IMG_6099 

 İçerdeki bir mağazada bunların çeşitli modellerini gördük.

Untitled 

 Güzel bir kafe 

IMG_6111  

Ufak tefek butik gibi dükkanlar da vardı.

IMG_6089 


Carsten eşi Laerke'nin yaptığı bir sokak sanatını gösterdi.

Untitled 

Eskiden askeri banyo olan binanın borusuna el işi bir şey yapmış.

IMG_6105 


 Kalmak için anlaştıktan sonra Laerke'nin adını internette aratmıştım. İMDB de bir filmde oyuncu olarak çıktı. Gay niggers from outer space diye 90'larda çekilmiş, uzaydan gelen zencilerin korktukları dünyalı kadınları öldürmelerini konu alan, bol folyo kullanılmış bir kısa film. 
Dünyayı kurtaran adamı sevenlerin kaçırmaması gereken bir prodüksiyon. 
Parkın çıkışında şimdi Avrupa Birliği'ne giriyorsunuz yazıyor.

IMG_6113 

Parktan çıkınca merkeze  gittik.

IMG_6219 

Şehrin tam göbeğindeki bir kanalın içinde Paris'teki gibi büyük, ancak yelkenli tekneler vardı.

IMG_6169 

 Carlsten'e :
"Buraya bağlanmak herhalde çok pahalıdır" dedim.


IMG_6184 


 "Yo aksine aylık 100 kron ödüyorlar ama aktif kullanılan ahşap yelkenli olma şartı var" dedi.

IMG_6223 


Bizi bir arkadaşının teknesine çıkardı, diğer yelkencilerle sohbet ettik.

20161029_153716 

Daha sonra eve gittiğimizde ormandan arkadaşına yelken direği yapmak için ağaç seçip kestikleri videoyu gösterdi

Kanalın yanındaki bir müzede Gana'lı genç bir sanatçının gemilerde kullanılmış çuvallardan yaptığı bir enstalasyon vardı


IMG_6208 

Çuvallar kömür tozu kan ve göz yaşını simgeliyormuş. 
Fikri bulduktan sonra altını doldurmak kolay.

IMG_6211 

Bir başka enstalasyonu ben dışardan futbolla ilgili bir şey zannettim.

IMG_6231 

Meğer tekneleri açık denizde devrilip uzun süre mahsur kalan Danimarkalı denizcilerin anılarından yola çıkarak yıldızlı geceyi simgeleyen içi ayna döşeli bir işmiş. 

IMG_6244 

Taban da ayna olduğundan ayakkabılar çıkartılarak giriliyordu

IMG_6248 IMG_6244

Carsten bizi Paper Island diye bir yere götürdü.

IMG_6263  

Madrid'deki çarşı gibi yeme içme dükkanlarıyla dolu bir yerdi. Dışarda Yoko Ono'nun sergisi vardı. Herkes dileğini yazıp ağaçlara asacakmış. 
Osur osur, ipe diz; tam Yoko Ono işi. 
Can çıkıyor, huy çıkmıyor.

20161029_162633  

Burda birer kahve içtik (20 kron, Danimarka'da yeme içmeye verdiğimiz tek para bu oldu)

IMG_6278 


Hava güzel adeta İzmir gibi, caddeler kalabalıktı. Danimarkalılar güneşi görünce sokağa dökülüyorlarmış. Bilmiyorlar ki bugünkü güneş bizim güneş gözlüğü getirmememiz sayesinde bu kadar parlak...
Şehir merkezindeki 1650 den kalma binanın dışını gezdik.


IMG_6322 

Kulenin tepesindeki rüzgar gülü dikkatimi çekti. 
Carsten'e;
"Bu denizci bir ulus olmanızdan heralde dedim" 
"İlk defa farkediyorum" dedi 

Akşam çökerken eve döndük. 
Evleri şehir dışında tek katlı evlerden oluşan sessiz bir mahalledeymiş.

IMG_6369 

Laerke ile de tanıştık.
"Nerde yemek istersiniz?" diye sordular
"Evde" dedik
"Ne yemek istersiniz?" dediler
"Ne pişirirseniz" dedik. 

Carsten gitti alışveriş yaptı, bize en sevdiği yemeği pişirdi. Kuru köfte, yanında kremalı lahana haşlaması.

IMG_6343

Parmaklarımdaki siyahlık kullandıkları Güney Amerika tuzundan. Bu tuz çılgınlığını hiç anlamıyorum:
Bence tuzlar arasında kesinlikle tat farkı yok.
benim farkedemeyeceğim kadar hafif bir fark olsa bile bir çimdik şeyin koca yemeğin tadını etkilemesi mümkün değil. Yine de insanlar kendi kendilerini gaza getirip "Hımm, yemek Himalaya tuzu ile daha lezzetli oldu " diyorlar.

IMG_6346  

Bir şişe onlardan, bir şişe bizim yanımızda hediye getirdiğimiz market şarabından içtik. Bizimki daha iyiyidi. Laerke 68'li, Carlsten 63'lüymüş.

IMG_6353 


Çok güzel sohbet oldu, bize çok benzeyen bir çiftti.
Yemekleri Carlsten'in yapmasının yanı sıra diğer benzerlikler de şaşırtıcıydı.


Untitled 

 Tarihe özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'na meraklılarmış. Duvarda 1945 yılından kalma Danimarka haritası vardı

IMG_6409 

Savaş sonucunda yeni oluşan sınırı öğretmen kırmızı kalemle haritanın üzerine çizmiş. Müzelik bir parçaydı.
Oturdukları evin tadilatını  kendileri yapmışlar.


IMG_6357  

Carlsten konser turnesindeyken Laerke beğenmediği eve giriş merdivenini tek başına yıkmış. 
Turne dönüşünde birlikte yeniden yapmak zorunda kalmışlar.

IMG_6455 

Carlsten'nin babası el işlerinde benimki gibi çok usta olduğundan Carlsten nasıl olsa babamı geçemem diye bu işlere benim gibi hiç heves etmemiş. İş başa düşünce önce eşiyle merdiveni yapmışlar, sonra çatıyı yenilemek için babasından yardım istemiş
Evin çatısını 14 günde beraberce yapmışlar.


IMG_6354 


"Babam ölse de bu çatıya baktıkça hatırası hep kalacak" dedi.
Evleri havaalanına yarım saat, yazlıklarına 100 km imiş.
Bahçelerinde gingko biloba ağacı vardı.


20161030_082150 


Kitapları güzeldi,

IMG_6402 

Carsten bize kendi plaklarını dinletti. Yeni baskıları da çıkmış, 700 euroya müziğini plak olarak bastırabiliyormuşsun.

IMG_6347 


"Nasıl popüler bir grup musunuz Danimarka'da?" diye sordum
"Eh kemikleşmiş bir dinleyici kitlemiz var ama çok sayılmaz" dedi
"Konserlere kaç kişi geliyor?" diye sordum
"100 kişi falan geliyor. Yalnız bir keresinde küçük bir şehirde sadece 4 kişi gelmişti" dedi
"Ne yaptınız paralarını iade mi ettiniz?" diye sordum
"Olur mu bizim prensibimizdir, tek kişi olsa da çalarız. Nitekim çaldık da" dedi
Damatları Federico da evdeydi. Karısı eve kız arkadaşlarını çağırdığından bunu evden atmışlar, o da kaynanasının evine gelmiş. Bu Danlar gerçekte tuhaf.


IMG_6338 


Federico ile Duolingo'dan öğrendiğimiz İspanyolca'nın pratiğini yaptık.
Oğuları Fabian da bir ara uğradı, bizden kalan yemeği yedi.


20161029_204107 

Havalı yakışıklı bir çocuktu, kendi evinde yaşıyormuş.
Sonradan fotoğraf albümlerine bakarken  çocukluk fotoğraflarını gördük,  Can'a benziyordu, duygulandık.


IMG_6356 


Hediye olarak lokum, kuru meyve, pişmaniye falan götürmüştük. Ruhaltı kitabını da götürsem iyiymiş. Her ev sahibi kitap sevmiyor, kırışır diye yanıma almamıştım.  
Ismarladıkları saz telini verdim, parasını teklif ettiler, elbette istemedik.
Ev çok sade ama şık ve zevkli detaylarla döşenmişti, Bu İskandinavlardaki sadelik çok hoş.


IMG_6330 

Bir duvarda şehrin eski sinemasından sökülen koltukları kullanmışlar.

20161029_225009 

Gece alt katta yattık, yatak biraz dardı.
Sabah onların saatler geri alındığından ama bizimkisi alınmadığından bir saat kazandık.
Hıyar soyacağı gibi bir telle peynir kesip kahvaltı ettik. Carsten dünden kalan ekmekleri olduğu gibi çöpe attı, yenisini çıkarttı.


IMG_6415 

 Az daha "Dur, ne yapıyorsun!" diye planjon yapacaktım, kendimi tuttum "Atmasaydın, yenirdi onlar" diye mırıldandım.
Neşe ile markete gidip son kalan bozuk paralarımız olan 30 kron ile Can'a sosis aldık. 

Marketten dönüşte mahallenin kıyısındaki ormana girdik.

IMG_6434 

Böyle bakımsız parkları gördükçe belediyemizin kıymetini daha iyi anlıyoruz.

IMG_6448  

İkinci Dünya Savaşından kalma  bunkerları gördük, foto çekildik.

20161030_093655 


Mahallede eski arabalar da vardı.
Carsten bizi havaalanına bıraktı. Havaalanının dışına Samsung kocaman S7 reklamı asmış. İnsanlarla alay mı ediyorlar, bu reklamı buraya Apple mı astırıyor anlamadım zira içerde S7 lerin kabine alınmayacağı her çekin deskinde yazıyor.


Untitled 

Duty Free de Moschino'nun obsesif ev kadınları için çıkarttığı parfümü gördüm, çok hoş bir fikir. 
Benim de, obsesyonun derecesini haftalık kullanılan Domestos miktarıyla kantitatif olarak ölçmek gibi bir tıbbi fikrim var.

IMG_6470 

Ümitlerden aldığımız margarin kıvamındaki katı hindistancevizi yağlarını kabine sokmak  sorun çıkartabileceği için çekinde gösterdim, kimse karar veremedi. Güvenliğe gönderdiler, onlar da karar veremedi, amirlerini çağırdılar. 
Amir bakar bakmazİ
"Bu katı görünüyor ama sıvı" dedi.
Mecburen çantayı bagaja  verdik.  

Untitled 

Dış hatlardan bir içki alabilirdim ama Neşe uçakta çok içtin diye kızdı kartını vermedi; babasına alacaktım oysa ki...

Bütçe: Toplamda 950 kron (125 euro) harcadık ki bunun 700 ü (100 euro) Esbjerg-Kopenhag arası ulaşıma gitti

Uçak bileti 2x119 euro
Toplam kişi başı harcama 180 euro