Geçen sene tam bu vakitler Sicilya'daydım.
Adaya, yıllardır adeta kardeş gibi olduğum Tıp fakültesinden iki arkadaşımla, THY nin 99 euroluk biletleriyle gittik.
Herkesin işi başından aşkın olduğundan gitmeden önce pek hazırlık yapamadık.
Ben Couchsurfing'den bir host buldum, Sezgin Etna Dağı'nda koşmayı planladı,
(Kendisi ultramaratoncu bir ortopedist)
Yakup ise biz ne dersek uyacağını belirtmekle yetindi.
İstanbul'a bir gece önceden gittik, ortak sınıf arkadaşımız Can'ı da gördük.
Her zamanki gibi İstanbul'da Sezgin ve eşi Serpil'in konukseverliği ve birbirimize susamışlığın sonucu yolculuktan önceki gece uykusuz geçti.
Geceyi Sezginlerde geçirdik.
Sabah gün ağarmadan evden çıktık.
Uçağımız 6:45 te kalktı, 8 de Catania havaalanına indik.
Elimizde Lonely Planet rehberi olduğu halde kimse bir paragraf okumaya tenezzül etmemişti. Seyahatimiz bittiğinde de durum hala aynıydı.
İnince önce benim sırt çantamı bekledik.
(Bir gece önceki sofradan artan yarım ufak rakıyı masada bırakmaya kıyamadığımdan çantamı bagaja vermek zorunda kaldım)
Dışarı çıkınca hava alanındaki araba kiralamacıları dolaşıp fiyat aldık.
Sezgin bu işe çok şaştı, zira o hep ilk önüne gelenden fiyat sormadan kiralıyormuş.
Sezgin ve Yakup ile fakir bir öğrencilik hayatımız oldu, hatta onlar benden bile fakirdi.
Renkli film almaya bile paramız yoktu, metreyle siyah beyaz alır, banyoyu karartıp basardık
Kantindeki boş kola şişelerini toplayıp satar, eve taksiyle dönerdik. Şimdi depozitolu kola şişesi de kalmadı ama teneke kutu ve pet şişenin icat edilmediği günlerde kola sadece çeyrek ve bir litrelik 'aile boyu' depozitolu cam şişelerde satılıyordu.
Öğrenciyken hastanenin önünde gördüğüm; pet su şişesini yerden bulduğu çomakla ortasından delmeye çalışan yaşlıca bir amcayı çok hiç unutmuyorum.
O zaman çıkardığımız Tablet Dergisinde şişe depozitosu ilgili bir makale bile yazmıştım.
Her neyse, yıllar içinde arkadaşlarım profesör oldu, tarzlarımız taban tabana zıt hale geldi:
Ben öğrencilikten beri pek az değiştiğimden restoranda artan dolu rakıyı alırken, eskiden kantindeki boş kola şişelerini toplayan Sezgin:
"Bırak abi, o atılmaz başkasına satarlar" dedi.
Rakı gibi altın suyundan pahalı bir şeyin bile atılabileceğini düşünüyor!
Ayrıca nerden duyduysa bizim ehliyetlerin Avrupa'da geçmediğini duymuş, bir arkadaşına İsviçre'de ceza yazmışlar.
"İnanma bunlara, ayrıca İsviçre ile İtalya bir mi" dediysem de dinlemedi, ille de yurt dışı ehliyeti alalım diye tutturdu.
"İyi o zaman sen al, arabayı da sen kullanırsın" dedim.
Uluslararası ehliyet için bir sürü para verdiği gibi araba kullanma işini de ona kilitledik.
Arabayı kiralayıp (30 euro/g) hava alanından çıkmamız 1,5 saati buldu.
Nereye gideceğimizi de bilmediğimizden Katanya merkezine doğru sürdük.
Trafiğin sıkıştığı yerde bir Mc Donalds gördüm,
"Bunun otoparkına bırakalım" dedim; ama paralıymış (saati 0,75)
Sezgin elbette park etmek istediyse de ben
"Dön dön; bir de park parası mı vercez" diye ara sokaklara soktum.
Fazla gitmeden dar bir çıkmaz sokakta güvenli bir yer bulduk arabayı bıraktık, üzerimizi değiştirdik.
Rastlantı eseri öyle güzel bir yere gelmişiz ki 200 metre yürümeden kendimizi Katanya'nın tam merkezinde, balık pazarının içinde bulduk.
Daha girişte enginar ızgarasını da görünce keyfimiz yerine geldi.
Yolda Sezgin bunun Sicilya'ya özgü meşhur bir şey olduğundan bahsetmişti.
Pazarın girişinde kocaman bir mangal kurmuşlar onlarca enginarı direk kömürde közlüyorlardı. Közlenirken içine yağlı ve sarımsaklı bir sıvı dökülen enginarlar, tepsiye dizilip üzerleri folyo ile örtüldükten sonra alıcısını bekliyor.
Ertesi gün aynı mangalda kocaman etli biberlerin közlenip satışa hazır hale getirildiğini gördük.
Evde mangal yakmaya üşenenler için böyle bir iş kolu oluşmuş Sicilya'da.
Ayrıca pazarın girişinde seyyar haşlanmış işkembe, bumbar satılıyordu.
Satıcı sıcak kazandan çektiği barsak parçalarını hemen önünde doğruyor millet de kahvaltı niyetine iştahla yiyordu.
İçlerinin kahverengi görünmesi nedeniyle bana pek çekici gelmedi.
Közlenmiş enginarın tanesi bir euroydu. Sicilya'ya gittiğimiz Mart'ın ikinci haftasında enginar İzmir'de henüz turfanda tek tük bulunuyordu ve pazarda tanesi 1 euro civarında satılıyordu. Katanya'da ise her köşede yığılı enginarların fiyatı 0,30-0,40 cent arasındaydı. Yine Sicilya'nın sonradan meşhur olduğunu duyduğumuz portakalının kilosu da İzmir ile aynı fiyat, 0,50 cent idi)
Balık pazarında İzmir'de hep eksiliğini duyduğum deniz kabuklularına rastladım.
Bizim balıkçılarda nedense kabuklu midye satılmıyor.
Sanırım dışını temizlemek zor geldiğinden, hep ayıklanmış, suyun içinde bekleyen yavan midye içi var.
Oysa burda tertemiz kabuklarıyla aquavadisten kidonyaya çeşit çeşit midye vardı ve ucuzdu.
Bu balığı da eskiden palaska balığı diye pazara getirirlerdi, ızgarası güzel olurdu.
Yıllardır görmemiştim, burda görünce anımsadım.
Peynircilerden birer top Sicilya peyniri aldık 8 euro/kg.
Yola çıkmadan hava durumu sağanak yağış gösterdiği için yanıma şemsiye almış, arkadaşlarımı da uyarmıştım ama Yakup unutmuş, Sezgin ise kısa yağmurluğuna güvenmiş.
Yağmur biz pazardayken bir indirdi, pir indirdi.
Yakup Suriyeli şemsiye satıcısından pazarlıkla 3 euroya bir şemsiye aldı.
Rüzgarda parçalanması 3 dakika sürdü.
Mecburen korunmak için pazardaki kiliseye girdik.
İçerisi soğuktu, mumlarla ısınmaya çalıştık.
Kiliselerde nedense ısınma hep ihmal ediliyor.
Hoş niyetlensen nasıl ısınacak o devasa hacim...
Yağmur biraz sakinleşene kadar fısır fısır sohbet ettik.
Zaten bu seyahat daha ziyade etrafa bakınarak sohbet etmekle geçti. İnsan eski dostlarının yanında kendini bir başka rahat hissediyor.
Ayrıca teorime göre insanoğlu eski arkadaşlarıyla bir araya gelince onlarla ilk tanıştığı yaşa dönüyor.
Erkeklerin doksan yaşına gelseler de çocukluk arkadaşıyla karşılaşınca pandik atması bu yüzden.
Yağmur dinince kendimizi sokaklara vurduk, aylak aylak gezdik.
Hesapta Taormina'ya gidecektik ama burayı sevdiğimizden
(ve de ataletten) kimse Katanya'yı bırakıp gitmek istemedi.
Hem internet bulmak, hem dinlenmek için küçük kafelere girdik ama hiç birinde wi fi yoktu.
Katanya kesinlikle turistik bir şehir değil.
Kıyıda demiryolu ve liman sahası var, deniz çok uzaklarda, kıyısına gitmek mümkün değil.
Yine de bu sıradan şehir bize pek hoş geldi.
Öğlen yemeğine kadar ara sokaklarda kaybolduk.
Etrafta hiç otel tabelası görmediğimizden kalacak yer bulmak için internete ihtiyacımız vardı ama Sicilya'da ne sokaklarda ne kafelerde hiç bedava internet yok.
Güzel bir yokuşun tepesinde Ospitaleyi (hastane) görünce mesleki insiyak ile oraya doğru yürüdük.
Köşede güzel bir
Dış kapıyı uzun süre açmadılar, odayı da beğenmedik, geri döndük.
Şehir merkezinde apartmandan bozma bir otel bulduk, onun da kapısı kilitliydi.
Kapıda yazan numarayı aradık; yarım saat sonra geliriz dediler.
Sıcak, samimi bir restorandı.
Midyeler güzeldi ama ahtapot ve kalamar Ege standartlarıına göre zayıftı.
(Sadece bu blogda Gürcistan, Arnavutluk, Ukrayna, Rock-A yazıları)
Sezgin Ağustos ayında Alplerde koşulacak 100 mil (160km) yarışına katılmayı planladığından gece gündüz, dağ bayır demeden antreman yapıyor.
Normal maraton 42 km iken ultramaraton 200 kilometrelere kadar gidiyor, şahı Spartatlon 246 kilometre.
Bunu 1980'lerde başlatan John Foden (tabi ki İngiliz) antik maraton hikayesinin gerçeği yansıtmadığını, Herodot'a göre gerçekte mesafenin Atina Sparta şehri arasındaki 246 kilometre olduğunu öne sürerek bu yarışı başlatmış
Ben bu mesafeyi koşmaya hevesli kaç deli olabilir ki diye düşünmüştüm ama biraz araştırınca gördüm ki çoğunluğu 40'lı yaşlarda binlerce deli varmış.
Öyle her isteyen de kabul edilmiyor.
Örneğin Spartatlona katılım şartları :
Daha önce 100 km'lik bir yarışa katılmış olup onbuçuk saatten önce bitirebilmiş olmak veya daha önce 200 km'lik bir yarışı tamamlamış olmak.
Ayrıca 246 kilometreyi 36 saatte koştun koştun.
36,5 saatte bitirsen bile bitirmemiş sayılıyorsun.
(Rekor 20 saat 25 dk)
Bu ağır kriterlere karşın ultramaratonlara o kadar yoğun talep var ki Sezgin'in 5 ay sonra koşmayı planadığı UTMB 100 mil yarışına kriterleri karşılayan 6000 kişi başvurmuş, kura ile 2000 i seçilmiş.
Sezgincim de kurada çıkmadığı için Nepal'de bir okula iki bin euro bağış yaparak özel listeden yarışa kayıt yaptırmış.
( Bu arada yarışın para ödülü yok. Sezgin Ağustos ayında yarışa katıldı ve başarıyla tamamladı. Finişte elinde tuttuğu Nepal okulunun flaması)
Yağmur altında koşmasına rağmen o kadar güzel malzemesi var ki hiç ıslanmamış.
Money talks!
Her işte malzemenin çok önemli olduğunu yıllar içinde kavradım ama iyi malzemeye de o kadar çok para istiyorlar ki kardeşim... Sezginin giydiği çorap benim kışlık botumdan pahalı olabilir.
İlk elli yılda paraya kıyamadım, belki ikinci ellide. Ya da hiç kaliteli malzeme giyemeden hayattan göçüp gideceğiz.
Ev sahipleri buzdolabını dolu bırakmışlar.
Böreklerle birlikte odada güzel bir kahvaltı ettik.
Akdeniz ne güzel deniz, Allah bizi ayırmasın!
Sezgin sabah Katanya pazarından 16 euroya, bir kilo parmesan almıştı.
Yolda durduğumuz bir süper marketten 10 euroya görünce biz de birer kilo aldık. (aslında ŞOK'ta da 10 euro)
Yakup bisküvit ve kahve de aldı; İtalyanlarınki güzel oluyormuş.
Sicilya'nın en büyük turistik atraksiyonu Taormina denen dağ köyü.
Deniz kıyısından dimdik yükselen dağların en tepesinde...
Taormina'da dişim abse yaptı, benim de keyfim kaçtı.
Şöyle bir tur atıp arabaya döndük.
Aşağı inip otobandan Siracuzaya gittik.
Deniz kıyısına yürüdük.
Siracuza'da kalmaktan vaz geçtiğimizden Couchsurfing'den daha önce bizi kabul eden Lucio'ya mesaj yazdım.
Doktor bulan her yaşlı gibi sağlık sorunlarını saydı, derman aradı.
Coucshsurfing maceralarını anlattı.
Lezbiyen bir çiftten çok etkilenmiş, onları biraz uzun anlattı. (Yaşlılarda sıklıkla görüldüğü üzre biraz diline vurmuş)
Gelen turistlerin getirdiği hediye içkilerle dolu sehpasına biz de Yeşilköy'deki restorandan aldığımız ufak rakı ile katkıda bulunduk.
Ben bir de İzmir magneti getirmiştim, onu verdim, başka da hediyemiz yoktu.
Mutfağı tanıttı, kendi evimiz gibi kullanmamızı söyledi.
Evin anahtarlarını verip grand tuvalet giyinerek kızının düzenlediği doğum günü partisine gitti.
Misafir ağırlama işini çok güzel bir standarta oturtmuş:
Bardak tabaklar tek kullanımlık plastik.
Yemek, bizden önceki misafirlerin yorumlarına bakılırsa hep aynı; makarna ve ev şarabı.
Bence çok zekice.
Altmış yaşının üstünde pek çok yalnız erkek tanıyorum. Genelde parkta, kahvede oturmaktan çok sıkılıyorlar.
Anlattıklarına göre geceleri duvarlar üzerlerine gelir gibi oluyor, evin içinde bir nefes arıyorlarmış.
Lucio'ya ise yaşına ve kötü İngilizcesine rağmen dünyanın dört bir yanından arkadaş yağıyor, neşesi de gayet yerinde!
"Hadi gidelim abi, burda durmayalım" dedi.
Belki de temkinli olmakta haklı zira hayatını benim gibi maaşla değil ameliyatla kazanıyor. Kavga çıksa da eline bir şey olsa kriz olur.
Sakin bir büfede birer bira içip eve döndük.
Sezgin'e salondaki geniş kanepeyi önerdim ama Couchsurfing ile ilk kez başkasının evinde kaldığından Lucio gece bir şey yapar korkusuna Yakup'la aynı odadaki ufak portatif yatakta yattı.
Elbette doğru düzgün uyuyamadı.
Biz de bir park bulup oturduk.
Ufak sakin bir kasaba, daracık eski yolları var.
Tam arabaya bindik, Lentini'den çıkıyorduk ki uzakta balonlar gördük. Bir atraksiyon olduğunu sezip arabayı park ederek kalabalığa karıştık.
Baloncuların bulunduğu meydan kalabalıktı, önce ne olduğunu anlayamadık.
Sorduk öğrendik:
Lentini'de yılda bir kutlanan San Luca festivaliymiş. Meydandaki eski İtalyan filmlerindekine benzeyen bir kilisenin içinde ayin vardı, sonuna yetiştik.
İzci çocuklar şapka gezdirip cemaatten para topladılar.
Ahali dağılırken dışarda meydanda bando çalmaya başladı.
Bir kaç neşeli parça çaldıktan sonra yürüyüşe geçtiler.
Biz de aylak turistler olarak "Du bakali n'olcak" diye peşleri sıra yürümeye başladık
Görünürde bizden başka yabancı da yoktu.
Ara sokaklardan, yokuşlardan tırmanarak başka bir eski kiliseye geldik.
Bu kilisede temsili İsa ve onun zamanından kalma iki kız çocuğu bekliyorlardı.
Hava oldukça soğuk olmasına karşın ince çullara sarınmış, açık sandaletler giymişlerdi.
Özellikle küçük kız beyaz teni, soluk mavi gözleri ve ifadesiz bakışıyla gerçekten ilk çağdan günümüze ışınlanmış gibiydi.
Kasabanın belediye başkanı ya da ona benzer birisi sürekli bunların kıyafetlerini düzeltiyor, şöyle yürüyün böyle yürüyün diye bal yapmaz arı misali lüzumsuz talimatlar veriyordu. Akan trafiğe devam edin diye el sallayan trafik polisleri gibiydi.
Zaten yapacakları da atla deve değil; ilk çağdaymış gibi yürüyecekler ki günümüzde yürümekten tek farkı elinde akıllı telefon yerine asa olduğundan karşıya bakabileceksin.
Gel gör ki bu işgüzar politikacı ikide bir korteji durdurup kıyafetleri düzeltiyor, kendiniz sıkmayın elinizi şöyle böyle sallayın diye akıl veriyordu.
İşin komik yanı; efendiden kendi halinde bir Lentinili olduğu belli olan temsili İsa'yı da bu arada epey çekiştirip iteledi, adeta tartakladı.
Her neyse en önde azizler, ardında bando, ardında yerliler ve turist kadrosundan biz olmak üzere sokakları dolaşarak yine ilk meydana indik.
Bu arada önünden geçtiğimiz evlerden her yaştan kadınlar çıkıp temsili İsa'nın çuluna damada takar gibi bir sürü 10,20 euroluk banknotlar iğnelediler.
Meydana gelince azizler yüksekteki sahneye kurulmuş bir sofraya oturup yemek yer gibi yaptılar.
Belediye başkanı burda da İsa'yı tartaklamaya devam etti. Dün geceki maço gençler sahneye yığılı halka şeklindeki ekmekleri alayıvala ile bağrışarak açık arttırma ile halka sattılar ve attılar, tören bitti.
Bütün olay 2-3 saat sürdü, bize de güzel bir eğlence oldu.
Lucio "Denizimiz pek güzeldir, buraya yakın plajlar da var" dediğinden, havaalanına giderken GPS yardımıyla yazlıkların arasından geçerek deniz kıyısına çıktık.
Gerçekten nefis, göz alabildiğine uzanan adeta bir Brezilya plajıymış.
Arabayı havaalanına teslim ettik.
Hava alanında şarap ile kalan börekleri, Lucio'nun hediyesi portakalları yedik.
Yakup böyle açıkta şarap içmenin doğru bir davranış olmadığını söyledi.
Uçağa binerken ikinci pilotun güzelce bir genç kız olduğunu gördük.
Kadınlara değil de erkeklere güvenemediğimizden (Kaptan kıza hava atmak için olur olmaz hareketler yapar diye) endişelendik ama bir sorun yaşamadan sağ salim memleketimize ulaştık.
Bütçe:
Yol 99, iki gece üç gün, kişi başı harcama 80 euro
(Peynirler hariç)