31 Mart, 2017

SİCİLYA (Mart 2016)


DSC_0211


Geçen sene tam bu vakitler Sicilya'daydım.  
Adaya, yıllardır adeta kardeş gibi olduğum Tıp fakültesinden iki arkadaşımla, THY nin 99 euroluk biletleriyle gittik.
Herkesin işi başından aşkın olduğundan gitmeden önce pek hazırlık yapamadık.
Ben Couchsurfing'den bir host buldum, Sezgin Etna Dağı'nda koşmayı planladı,
(Kendisi ultramaratoncu bir ortopedist)
Yakup ise biz ne dersek uyacağını belirtmekle yetindi.


DSC_0219
 
İstanbul'a bir gece önceden gittik, ortak sınıf arkadaşımız Can'ı da gördük.

Untitled

Her zamanki gibi İstanbul'da Sezgin ve eşi Serpil'in konukseverliği ve birbirimize susamışlığın sonucu yolculuktan önceki gece uykusuz geçti.

   Untitled

 Geceyi Sezginlerde geçirdik.

Untitled

 Sabah gün ağarmadan evden çıktık.

  Untitled

 Uçağımız 6:45 te kalktı, 8 de Catania havaalanına indik.

  Untitled

Elimizde Lonely Planet rehberi olduğu halde kimse bir paragraf okumaya tenezzül etmemişti. Seyahatimiz bittiğinde de durum hala aynıydı.
İnince önce benim sırt çantamı bekledik.
(Bir gece önceki sofradan artan yarım ufak rakıyı masada bırakmaya kıyamadığımdan çantamı bagaja vermek zorunda kaldım)
Dışarı çıkınca hava alanındaki araba kiralamacıları dolaşıp fiyat aldık.
Sezgin bu işe çok şaştı, zira o hep ilk önüne gelenden fiyat sormadan kiralıyormuş.

IMG_5950

Sezgin ve Yakup ile fakir bir öğrencilik hayatımız oldu, hatta onlar benden bile fakirdi. 


Renkli film almaya bile paramız yoktu, metreyle siyah beyaz alır,  banyoyu karartıp basardık

Kantindeki boş kola şişelerini toplayıp satar, eve taksiyle dönerdik. Şimdi depozitolu kola şişesi de kalmadı ama teneke kutu ve pet şişenin icat edilmediği günlerde kola sadece çeyrek ve bir litrelik 'aile boyu' depozitolu cam şişelerde satılıyordu. 
Öğrenciyken hastanenin önünde gördüğüm; pet su şişesini yerden bulduğu çomakla ortasından delmeye çalışan yaşlıca bir amcayı çok hiç unutmuyorum.
O zaman çıkardığımız Tablet Dergisinde şişe depozitosu ilgili bir makale bile yazmıştım.



Her neyse, yıllar içinde arkadaşlarım profesör oldu, tarzlarımız taban tabana zıt hale geldi:

DSC_0354

Ben öğrencilikten beri pek az değiştiğimden restoranda artan dolu rakıyı alırken, eskiden kantindeki boş kola şişelerini toplayan Sezgin:
"Bırak abi, o atılmaz başkasına satarlar" dedi.
Rakı gibi altın suyundan pahalı bir şeyin bile atılabileceğini düşünüyor!
Ayrıca nerden duyduysa bizim ehliyetlerin Avrupa'da geçmediğini duymuş, bir arkadaşına İsviçre'de ceza yazmışlar.

  DSC_0222

 "İnanma bunlara, ayrıca İsviçre ile İtalya bir mi" dediysem de dinlemedi, ille de yurt dışı ehliyeti alalım diye tutturdu.
 "İyi o zaman sen al, arabayı da sen kullanırsın" dedim.
Uluslararası ehliyet için bir sürü para verdiği gibi araba kullanma işini de ona kilitledik.

Untitled

 Arabayı kiralayıp (30 euro/g)  hava alanından çıkmamız 1,5 saati buldu.
Nereye gideceğimizi de bilmediğimizden Katanya merkezine doğru sürdük.

DSC_0286

Trafiğin sıkıştığı yerde bir Mc Donalds gördüm, 
"Bunun otoparkına bırakalım" dedim; ama paralıymış (saati 0,75)
Sezgin elbette park etmek istediyse de ben
"Dön dön; bir de park parası mı vercez" diye ara sokaklara soktum.
Fazla gitmeden dar bir çıkmaz sokakta güvenli bir yer bulduk arabayı bıraktık, üzerimizi değiştirdik.

  Untitled

Rastlantı eseri öyle güzel bir yere gelmişiz ki  200 metre yürümeden kendimizi Katanya'nın tam merkezinde, balık pazarının içinde bulduk.
Daha girişte enginar ızgarasını da görünce keyfimiz yerine geldi.

  Untitled

Yolda Sezgin bunun Sicilya'ya özgü meşhur bir şey olduğundan bahsetmişti.
Pazarın girişinde kocaman bir mangal kurmuşlar onlarca enginarı direk kömürde közlüyorlardı. Közlenirken içine yağlı ve sarımsaklı bir sıvı dökülen enginarlar, tepsiye dizilip üzerleri folyo ile örtüldükten sonra alıcısını bekliyor.

  IMG_5911

Ertesi gün aynı mangalda kocaman etli biberlerin közlenip satışa hazır hale getirildiğini gördük.
Evde mangal yakmaya üşenenler için böyle bir iş kolu oluşmuş Sicilya'da.

IMG_6038

Ayrıca pazarın girişinde seyyar haşlanmış işkembe, bumbar satılıyordu.
Satıcı sıcak kazandan çektiği barsak parçalarını hemen önünde doğruyor millet de kahvaltı niyetine iştahla yiyordu.

  IMG_5910

İçlerinin kahverengi görünmesi nedeniyle bana pek çekici gelmedi.

 

Közlenmiş enginarın tanesi bir euroydu. Sicilya'ya gittiğimiz Mart'ın ikinci haftasında enginar İzmir'de henüz turfanda tek tük bulunuyordu ve pazarda tanesi 1 euro civarında satılıyordu. Katanya'da ise her köşede yığılı enginarların fiyatı  0,30-0,40 cent arasındaydı. Yine Sicilya'nın sonradan meşhur olduğunu duyduğumuz portakalının kilosu da İzmir ile aynı fiyat, 0,50 cent idi)

IMG_5948

Balık pazarında İzmir'de hep eksiliğini duyduğum deniz kabuklularına rastladım.
Bizim balıkçılarda nedense kabuklu midye satılmıyor.
Sanırım dışını temizlemek zor geldiğinden, hep ayıklanmış, suyun içinde bekleyen yavan midye içi var. 
Oysa burda tertemiz kabuklarıyla aquavadisten kidonyaya çeşit çeşit midye vardı ve ucuzdu.

Untitled

Bu balığı da eskiden palaska balığı diye pazara getirirlerdi, ızgarası güzel olurdu.
Yıllardır görmemiştim, burda görünce anımsadım.

  IMG_5928

 Peynircilerden birer top Sicilya peyniri aldık 8 euro/kg.

IMG_5946

Yola çıkmadan hava durumu sağanak yağış gösterdiği için yanıma şemsiye almış, arkadaşlarımı da uyarmıştım ama  Yakup unutmuş, Sezgin ise kısa yağmurluğuna güvenmiş.

DSC_0179

Yağmur biz pazardayken bir indirdi, pir indirdi.
Yakup Suriyeli şemsiye satıcısından  pazarlıkla 3 euroya bir şemsiye aldı.
Rüzgarda parçalanması 3 dakika sürdü.

Untitled

Mecburen korunmak için pazardaki kiliseye girdik.
İçerisi soğuktu, mumlarla ısınmaya çalıştık. 
Kiliselerde nedense ısınma hep ihmal ediliyor. 
Hoş niyetlensen nasıl ısınacak o devasa hacim...

IMG_5943

Yağmur biraz sakinleşene kadar fısır fısır sohbet ettik.
Zaten bu seyahat daha ziyade etrafa bakınarak sohbet etmekle geçti. İnsan eski dostlarının yanında kendini bir başka rahat hissediyor.

DSC_0440 

Ayrıca teorime göre insanoğlu eski arkadaşlarıyla bir araya gelince onlarla ilk tanıştığı yaşa dönüyor. 
Erkeklerin doksan yaşına gelseler de çocukluk arkadaşıyla karşılaşınca pandik atması bu yüzden.

IMG_6362

Yağmur dinince kendimizi sokaklara vurduk, aylak aylak gezdik.

DSC_0217
Hesapta Taormina'ya gidecektik ama burayı sevdiğimizden 
(ve de ataletten) kimse Katanya'yı bırakıp gitmek istemedi. 
Hem internet bulmak, hem dinlenmek için küçük kafelere girdik ama hiç birinde wi fi yoktu.

  Untitled

Katanya  kesinlikle turistik bir şehir değil.
Kıyıda demiryolu ve liman sahası var, deniz çok uzaklarda, kıyısına gitmek mümkün değil.
Yine de bu sıradan şehir bize pek hoş geldi.
Öğlen yemeğine kadar ara sokaklarda kaybolduk. 

IMG_6048

Etrafta hiç otel tabelası görmediğimizden kalacak yer bulmak için  internete ihtiyacımız vardı ama Sicilya'da ne sokaklarda ne kafelerde hiç bedava internet yok.
Güzel bir yokuşun tepesinde Ospitaleyi (hastane) görünce mesleki insiyak ile oraya doğru yürüdük.

DSC_0222

Köşede  güzel bir Bialetti mağazası varmış. 
Kahve ve marka delisi olan Yakup kutsal mabede girmiş gibi oldu.

Untitled 
Ben de evdeki cezveme yedek conta alsam mı diye düşündüm, ölçüsünden emin olamadığım için  almadım 
(3 conta bir metal süzeğin fiyatı 4 euro imiş)
Ospitalenin karşısında güzel bir restoran bulduk. 
Sorduk internetleri yokmuş ama açık büfeleri varmış. Zeytinyağlılar iştah açıcı görünüyordu, tabağı 6 euro imiş. 
Biraz da et ızgara falan söyledik, bir litre şarap ile 36 euro hesap verdik.

Untitled  

Buraya özgü bir sarma var: 
Baconu taze soğana sarıp ızgarada pişiriyorlar, değişik güzel bir fikir.

Untitled 

Akşam olmaya başladığından otel bulmak dert oldu. 
Sezgin:
"Açalım interneti ya noolcak, olsa olsa 100-200 lira bişey tutar" dedi. 
"Olum açma, bu kilobyte ile para yazar. Ayrıca 100-200 lira az para mı" dediysem de açtı. 
Booking'den ve Airbnb'den bir kaç yer peyledik. 
Booking'den bulduğumuz 50 euroluk bir odaya da internet navigasyonuyla gittik.
Şehir dışında bir yermiş. 
Dış kapıyı uzun süre açmadılar, odayı da beğenmedik, geri döndük.
  Untitled

Şehir merkezinde apartmandan bozma bir otel bulduk, onun da kapısı kilitliydi.
Kapıda yazan numarayı aradık;  yarım saat sonra geliriz dediler.
Bekleyecek halimiz olmadığından wi-fi lı bir kafe aradık, bu sefer bulduk. Yarım litre daha şarap (4 euro) içerek otel baktık.
Burda otururken Sezgin'e Türkcell'den mesaj geldi, 980 liralık internet kullanmış. Oysa ki 5 dakika otel arayıp 10 dakika da navigasyon kullanmıştık. 
Çok moralimiz bozuldu. 
Sezgin'in bile bozuldu.

IMG_5985


Kafenin internetinden Airbnb'de bir ev ayırttık, oraya gittik. 
50 euroya mahalle arasında otantik, asma katlı, kapısı direk sokağa açılan  bir Sicilya eviydi.

IMG_5988 

Kiralayan kadın gelip evi teslim etti.

IMG_5990 

Çantaları odaya bıraktıktan sonra akşam yemeği için sabah iştahımızı kabartan balık pazarına gittik.


IMG_6041


Midye yahnisi, bütün bir kiloluk ahtapot, iki şişe şarap ve kalamar tavaya 45 euro verdik (her biri10 ar euro)

Untitled 

Garson İgnazio ızgara sebzelere para almadı .


IMG_5994

Sıcak, samimi bir restorandı.
Midyeler güzeldi ama ahtapot ve kalamar Ege standartlarıına göre zayıftı.

  IMG_6002

Yemekten sonra yorgunluktan hiç dolaşmadık, odaya döndük.
Biz Yakup'la asma kattaki çift kişilik yatağı paylaştık, Sezgin salonda tek kişilik çekyatta yattı. 
Neşe'den sonra hayatımda çift kişilik yatağı en çok paylaştığım kişi heralde Yakup'tur . 
(Sadece bu blogda Gürcistan, Arnavutluk,  Ukrayna, Rock-A yazıları)

Untitled

Sabah 6 da Sezgin kıpırdanınca 
"Koşcan mı Etna'ya" dedim.
"Yok üşendim"dedi, biraz daha yatıp sonra yağmur altında şehir merkezinde 1 saat koştu geldi .

IMG_6021

Sezgin Ağustos ayında Alplerde koşulacak 100 mil (160km) yarışına katılmayı planladığından gece gündüz, dağ bayır demeden antreman yapıyor.



Bu ultramaraton işini ben de son yıllarda Aykut Çelikbaş 'tan öğrendim. 


Normal maraton 42 km iken ultramaraton  200 kilometrelere kadar gidiyor, şahı Spartatlon 246 kilometre.
Bunu 1980'lerde başlatan John Foden (tabi ki İngiliz) antik maraton hikayesinin gerçeği yansıtmadığını, Herodot'a göre gerçekte mesafenin Atina Sparta şehri arasındaki 246 kilometre olduğunu öne sürerek bu yarışı başlatmış



Ben bu mesafeyi koşmaya hevesli kaç deli olabilir ki diye düşünmüştüm ama biraz araştırınca gördüm ki çoğunluğu 40'lı yaşlarda binlerce deli varmış.

 

Öyle her isteyen de kabul edilmiyor.
Örneğin Spartatlona katılım şartları :
Daha önce 100 km'lik bir yarışa katılmış olup onbuçuk saatten önce bitirebilmiş olmak veya daha önce 200 km'lik bir yarışı tamamlamış olmak
Ayrıca 246 kilometreyi 36 saatte koştun koştun. 
36,5 saatte bitirsen bile bitirmemiş sayılıyorsun. 
(Rekor 20 saat 25 dk)



Bu ağır kriterlere karşın ultramaratonlara o kadar yoğun talep var ki Sezgin'in 5 ay sonra koşmayı planadığı UTMB 100 mil yarışına kriterleri karşılayan 6000  kişi başvurmuş,  kura ile 2000 i seçilmiş. 
Sezgincim de kurada çıkmadığı için Nepal'de bir okula iki bin euro bağış yaparak özel listeden yarışa kayıt yaptırmış.
( Bu arada yarışın para ödülü yok. Sezgin Ağustos ayında yarışa  katıldı ve başarıyla tamamladı. Finişte elinde tuttuğu Nepal okulunun flaması)



Yağmur altında koşmasına rağmen o kadar güzel malzemesi var ki hiç ıslanmamış. 
Money talks! 
Her işte malzemenin çok önemli olduğunu yıllar içinde kavradım ama iyi malzemeye de o kadar çok para istiyorlar ki kardeşim... Sezginin giydiği çorap benim kışlık botumdan pahalı olabilir. 
İlk elli yılda paraya kıyamadım, belki ikinci ellide. Ya da hiç kaliteli malzeme giyemeden hayattan göçüp gideceğiz.

Untitled

Yağmur dindi, hava açtı.

Mutfakta  birer kahve yapıp içtik,

DSC_0279 

Yakup hala uyuduğundan Sezgin'le pazara gittik. 

Çok şık bir pastaneden salamlı domatesli börek aldık, şahane çıktı 

IMG_6035


Airbnb Amerikalı öğrencilerin kurduğu bir şirket. 
Evlerindeki şişme yatakta misafir ağırlayıp bir de kahvaltı verdikleriden adını böyle koymuşlar. 
(Air bed and breakfast'ın kısaltılmışı)
Ev sahipleri buzdolabını dolu bırakmışlar. 
Böreklerle birlikte odada güzel bir kahvaltı ettik.

DSC_0269

Kahvaltıdan sonra Taormina'ya doğru yola koyulduk.

Untitled 

Hava yağmurlu, köylerde durup etrafa baktık

Denizi seyrettik. 

IMG_6062

Akdeniz ne güzel deniz, Allah bizi ayırmasın! 

DSC_0325
 
Köyler Yunan adalarına benziyordu.

DSC_0322 
Her köşede portakal satılıyordu. 
Yollar tenhaydı, hiç turist görmedik

DSC_0304

Sezgin sabah Katanya pazarından 16 euroya, bir kilo parmesan almıştı.
Yolda durduğumuz bir süper marketten 10 euroya görünce biz de  birer kilo aldık. (aslında ŞOK'ta da 10 euro) 
Yakup bisküvit ve kahve de aldı; İtalyanlarınki güzel oluyormuş. 

DSC_0200

Sicilya'nın en büyük turistik atraksiyonu Taormina denen dağ köyü. 

DSC_0318

 Deniz kıyısından dimdik yükselen dağların en tepesinde...

Untitled 

O kadar yüksekte ki oraya nasıl çıkmışlar da köy kurmuşlar, 
insan hayret ediyor . 
Taormina'nın hemen altındaki bu iki adacığın üzerine de nasıl ev yapmışlar, ona da hayret ettim.

Untitled 

Sağdaki bizim Üzümcü Adası'nı andırıyordu.


IMG_6094 

 Dağa tırmandık, manzara nefis.


IMG_6104 

Yakup'un suratından düşen bin parça.


Untitled

Uyuyamadığını iddia ediyor ama esas ben onun horultusundan uyuyamadım
Ayrıca gece irkilerek Neşe diye bağırdım.

DSC_0356 

Köy meydanına yakın özürlü park yeri boştu. 
Görevli zabıta memuresi köylülerle laklaktaydı ama ne olur ne olmaz belki ceza keser diye arabayı aşağıya otoparka bıraktık.

Untitled 

Köy sıkıcı, çok turistikti.

DSC_0362 

Kanımca tırmandığımız yol köyün kendisinden çok daha ilginçti. 

Untitled   
Taormina'da dişim abse yaptı, benim de keyfim kaçtı.
Şöyle bir tur atıp arabaya döndük.

IMG_6119 

Aşağı inip otobandan Siracuzaya gittik.

IMG_6136

Siracuza'ya varışımız Cumartesi öğleden sonrayı bulduğundan her yer kapanmıştı, yemek bulamadık. 
Arabayı ilk park ettiğimiz yerde bir restoran vardı ama hem basıktı, hem çok pahalıydı, hem de hiç müşteri yoktu. 
Sezgin çok sıkıştığından direk tuvalete daldı, uzun süre çıkmadı. 
Biz de restoran sahibi ile bakışmaktan ve menüyü inceliyormuş gibi yapmaktan sıkılıp Sezgin'i tuvalette bırakıp dışarı çıktık. 
Sezgin epey sonra arkamızdan geldi.
Deniz kıyısına yürüdük. 

DSC_0376

Şehir merkezinde şöyle bir dolandık, pek ilginç değildi. Ortalıkta turist kafilelerinden başka pek insan da yoktu. 

DSC_0371 
Yine wi-fi bulamadık, doğru düzgün oturacak bir yer de yoktu. Henüz açılmamış bir restorandan internet rica ettim. 
Siracuza'da kalmaktan vaz geçtiğimizden Couchsurfing'den daha önce bizi kabul eden Lucio'ya mesaj yazdım.
"Bugün doğum günüm, partiye gideceğim, saat 5 e kadar evdeyim, çabuk gelin" dedi

Lucio, Lentini adlı özelliksiz bir kasabada yalnız başına yaşayan altmışlarında bir adam. Profiline bakılırsa dünyanın dört bir köşesinden yüzlerce misafir ağırlamış, dostlar edinmiş. 
Evinin adresini internetten kaydedip bastık gittik Lentini'ye. Bizi balkonda karşıladı, kendi yaptığı şarap ile bahçesinden portakallar ikram etti, sohbet ettik.

DSC_0381

Emekli beden öğretmeni ve Lentini futbol kulübünün eski antrenörüymüş.
Futbol kulübü ile Brezilya'ya gitmiş.

IMG_6154

Fotoğraf albümlerini ve doktor olduğumuzdan geçirdiği ameliyatların izlerini gösterdi.  
Doktor bulan her yaşlı  gibi sağlık sorunlarını saydı, derman aradı.

Untitled

Coucshsurfing maceralarını anlattı
Lezbiyen bir çiftten çok etkilenmiş, onları biraz uzun anlattı. (Yaşlılarda sıklıkla görüldüğü üzre biraz diline vurmuş)  
Gelen turistlerin getirdiği hediye içkilerle dolu sehpasına  biz de Yeşilköy'deki restorandan aldığımız ufak rakı ile  katkıda bulunduk.

IMG_6207

Ben  bir de İzmir magneti getirmiştim, onu verdim, başka da hediyemiz yoktu.
Baruter'in Ruhaltı'nı getirsek de ilgisini çekmezdi zaten.

Lucio evden çıkmadan bize akşam yemeği için makarna, parmesan, donmuş tavuk çıkardı.
Mutfağı tanıttı, kendi evimiz gibi kullanmamızı söyledi.
Evin anahtarlarını verip grand tuvalet giyinerek kızının düzenlediği doğum günü partisine gitti.

IMG_6159  
Misafir ağırlama işini çok güzel bir standarta oturtmuş:
Bardak tabaklar tek kullanımlık plastik. 
Yemek, bizden önceki  misafirlerin yorumlarına bakılırsa hep aynı; makarna ve ev şarabı. 
Bence çok zekice. 

IMG_6158

Altmış yaşının üstünde pek çok yalnız erkek tanıyorum. Genelde parkta, kahvede oturmaktan çok sıkılıyorlar. 
Anlattıklarına göre geceleri duvarlar üzerlerine gelir gibi oluyor, evin içinde bir nefes arıyorlarmış.   
Lucio'ya ise yaşına ve kötü İngilizcesine rağmen  dünyanın dört bir yanından arkadaş yağıyor, neşesi de gayet yerinde!


O gidince  biz söylediği şekilde makarna yaptık yedik. 
Tavuğa dokunmadık, buzluğa geri koyduk. 
Isıtma olmadığından ev oldukça soğuktu, battaniyelere sarınarak şarap, portakal, peynir takıldık, sohbet ettik.
  
Untitled
Yakup erken yattı,  biz Sezgin ile gece alemlerine aktık:
Cumartesi gecesi Lentini sokakları bom boş! 
Bir kafe, Türkiye'de o saatte sokağa çıkmasına asla izin verilmeyecek 11-12 yaşında süslü çocuklarla doluydu. 

IMG_6187

Bar gibi bir yer bulduk, girdik. Ben fotoğraf çekerken maço İtalyan delikanlıları arıza çıkardılar. 
"Biz turistiz" diye sakinleştirdim.
Bir şey olacağı yoktu ama bizim Sezgin çok temkinli olduğundan:
"Hadi gidelim abi, burda durmayalım" dedi. 
Belki de temkinli olmakta haklı zira hayatını benim gibi maaşla değil ameliyatla kazanıyor. Kavga çıksa da eline bir şey olsa kriz olur.
Sakin bir büfede birer bira içip eve döndük.

Untitled  
Sezgin'e salondaki geniş kanepeyi önerdim ama Couchsurfing ile ilk kez başkasının evinde kaldığından Lucio gece bir şey yapar korkusuna Yakup'la aynı odadaki ufak portatif yatakta yattı. 
Elbette doğru düzgün uyuyamadı.

IMG_6197
Sabah Lucio erkenden kalktı. 
Akşamdan kalma, yüzü şişmiş, tipi kaymış, burnu akıyordu ama neşesi yine yerindeydi.

IMG_6204

Bir kaç tane kahve yaptı, biraz açıldı. 
İlk defa onda gördüğüm bir usul; espresso cezvesi tıslamayı kesince alt kısmını soğuk suyun altına tutup son buharı da çıkartıyor.
Yakup ile Sezgin yürüyüşe gitmişler, börek getirdiler.
Kahvaltıdan sonra Lucio ile kucaklaşıp çıktık.  
Evinin bizim gibi kültürlü insanlara her zaman açık olduğunu ne zaman istersek ailelerimizle de gelebileceğimizi söyleyerek yolluk portakallar hediye etti, kendisine referans yazmayı sakın ha unutmamızı da sıkı sıkı tembihledi. 

Lentini'yi gündüz gözüyle de görelim diye arabayla bir tur attık.

IMG_6228

Merkeze park edip yürüdük.

Untitled

Yaşlıların Pazar sabahı kahve içip  muhabbet etmelerini izledik.

IMG_6336

Biz de bir park bulup oturduk.

Untitled  

Ufak sakin bir kasaba, daracık eski yolları var.

DSC_0407

Tam arabaya bindik, Lentini'den çıkıyorduk ki uzakta balonlar gördük.  Bir atraksiyon olduğunu sezip arabayı park ederek kalabalığa karıştık.

DSC_0408

Baloncuların bulunduğu meydan kalabalıktı, önce ne olduğunu anlayamadık. 
Sorduk öğrendik:

IMG_6335

Lentini'de yılda bir kutlanan San Luca festivaliymiş. Meydandaki eski İtalyan filmlerindekine benzeyen bir kilisenin içinde ayin vardı, sonuna yetiştik.

IMG_6253

İzci çocuklar şapka gezdirip cemaatten para topladılar.

IMG_6242  
Ahali dağılırken dışarda meydanda bando çalmaya başladı.
Bir kaç neşeli parça çaldıktan sonra yürüyüşe geçtiler.

Untitled 
Biz de aylak turistler olarak "Du bakali n'olcak" diye peşleri sıra yürümeye başladık
Görünürde bizden başka yabancı da yoktu.

Untitled

Ara sokaklardan, yokuşlardan tırmanarak başka bir eski kiliseye geldik.

IMG_6288

Bu kilisede temsili İsa ve onun zamanından kalma iki kız çocuğu bekliyorlardı.

Untitled 
Hava oldukça soğuk olmasına karşın ince çullara sarınmış, açık sandaletler giymişlerdi. 
Özellikle küçük kız beyaz teni, soluk mavi gözleri ve ifadesiz bakışıyla gerçekten ilk çağdan günümüze ışınlanmış gibiydi.

IMG_6297

Kasabanın belediye başkanı ya da ona benzer birisi sürekli bunların kıyafetlerini düzeltiyor, şöyle yürüyün böyle yürüyün diye bal yapmaz arı misali lüzumsuz talimatlar veriyordu. Akan trafiğe devam edin diye el sallayan trafik polisleri gibiydi. 
Zaten yapacakları da atla deve değil;  ilk çağdaymış gibi yürüyecekler ki günümüzde yürümekten tek farkı elinde akıllı telefon yerine asa olduğundan karşıya bakabileceksin.
Gel gör ki bu işgüzar politikacı ikide bir korteji durdurup kıyafetleri düzeltiyor, kendiniz sıkmayın elinizi şöyle böyle sallayın diye akıl veriyordu.

Untitled

İşin komik yanı; efendiden kendi halinde bir Lentinili olduğu belli olan  temsili İsa'yı da bu arada epey çekiştirip iteledi, adeta tartakladı.

Untitled  
Her neyse en önde azizler, ardında bando, ardında yerliler ve turist kadrosundan biz olmak üzere sokakları dolaşarak yine ilk meydana  indik.

IMG_6048 

Bu arada önünden geçtiğimiz evlerden her yaştan kadınlar çıkıp temsili İsa'nın çuluna  damada takar gibi bir sürü 10,20 euroluk banknotlar iğnelediler.

DSC_0436 
Meydana gelince azizler yüksekteki sahneye kurulmuş bir sofraya  oturup yemek yer gibi yaptılar.

Untitled 

Belediye başkanı burda da İsa'yı tartaklamaya devam etti. Dün geceki maço gençler sahneye yığılı halka şeklindeki ekmekleri alayıvala ile bağrışarak açık arttırma ile halka sattılar ve attılar, tören bitti.

Untitled  

Bütün olay 2-3 saat sürdü, bize de güzel bir eğlence oldu.



Lucio "Denizimiz pek güzeldir, buraya  yakın plajlar da var" dediğinden, havaalanına giderken  GPS yardımıyla yazlıkların arasından geçerek deniz kıyısına çıktık.

IMG_6367

Gerçekten  nefis, göz alabildiğine uzanan adeta bir Brezilya plajıymış.

IMG_6366 
Benzin deposunu tam hava alanında değil biraz erken fulleyelim dedim.
İkisi birden "Çok çiğsin" dediler, utandım.  
Arabayı havaalanına teslim ettik.

IMG_6224
Gece erkenden uyuduğundan Yakup'un yüzü gülmeye başladı ama bu sefer biz uykusuzluktan perişandık. 
Hava alanında şarap ile kalan börekleri, Lucio'nun hediyesi portakalları yedik.
Yakup böyle açıkta şarap içmenin doğru bir davranış olmadığını söyledi.

IMG_6376

Uçağa binerken ikinci pilotun güzelce bir genç kız olduğunu gördük.

Untitled

Kadınlara değil de erkeklere güvenemediğimizden (Kaptan kıza hava atmak için olur olmaz hareketler yapar diye) endişelendik ama bir sorun yaşamadan sağ salim memleketimize ulaştık.





Bütçe: 
Yol 99, iki gece üç gün, kişi başı harcama 80 euro 
(Peynirler hariç)