09 Nisan, 2007

OTOSTOP ANILARI

1990 YILINDAN AKILDA KALAN ÜÇ OTOSTOP











Suriye fotoğraflarını tararken fotoğraf bavulundan çıkan bir iki fotoğrafı da belki yazarım diye taramıştım. Bu fotoğraflar ve hikayeleri benim ilk yurtdışı seyahatime ait.


Bu yazı için önerilen müzik bir Macar rock operasından: 'Te Kit Valasztanal' Te kit választanál? by Szörényi Levente - Bródy János on Grooveshark


1990 yazında Çekoslovakya’nın Olomouc kentinde 1 aylık bir cerrahi rotasyonu yapmıştım.Kadife devrim yeni gerçekleşmiş, Havel cumhurbaşkanı olmuştu ancak ülkede hala Rus birlikleri vardı. Çekler Slovakya'nın ayrılmasını tartışıyordu. Sigma Olomouc henüz Fenerbahçe’yi 7-1 yenmemişti. Arkadaşım Yücel Demiral’la birlikte İstanbul çıkışında Florya’dan otostop yapmaya başladık.





İlk otostop yaptığımız araba durdu. İçindeki abi nereye gittiğimizi sordu,
‘Edirne’ dedik (Hasan Pulur tarzı değil, gerçekten iki kişi olduğumuzdan),
‘Sonra?’ dedi,
‘Kapıkule’ dedik,
‘Sonra?’ dedi,
‘Sonra Çekoslovakya’ dedik. Abi arabadan indi pasaportlarımızı istedi, inceledi, ne iş yaptığımızı sordu.
‘Tıp öğrencisiyiz’ dedik. İkna olunca kendisinin de Almanya’ya gittiğini, bizi Belgrad’a kadar bırakabileceğini söyledi. Ben daha önceki tecrübelerin ışığında sonradan tatsızlık çıkmasın diye paramız olmadığını, kendisine hiç bir ödeme yapmayacağımızı tekrar tekrar belirttim.
Biraz bozuldu, ama hallederiz dedi, biz de fazla titizlenmeyip atladık ’86 Taunus’a.
Yol boyu muhabbet ederken yıllardır konut fonundan fazla para denkleştiremediğimiz için yurt dışına çıkamadığımızı söyleyince Bahattin Abi ‘Deli misiniz siz, hiç konut fonu ödenir mi, biz devletten zengin değiliz dersiniz, en olmadı paşportun arasına 20 dolar kıstırır verirsiniz’ dedi. Bu haracın ödenmeyebileceği düşüncesi bile bizi heyecandan çılgına çevirdi. Yıllardır kışın çalışıp biriktirdiğimiz para adam başı 300 dolar kadardı. Kapıkule’ye kadar hep bu konuyu konuştuk, kafamda sınırda söyleyeceğim lafları kurdum. Kapıkule’de önce polislere gidip ‘Abi biz talebeyiz, yurtdışına staja gidiyoruz, biz devletten zengin değiliz, hem arkadaş yetim vs, vs.’ epey anlattım. Polis kısaca kendilerinin bu işle ilgilenmediğini, derdimi ilerde dikilen mavi üniformalı gümrük memurlarına anlatmamı söyledi.

Gümrük memurunun yanına gittim, aynı hikayeyi tüm etkileyiciliğimi kullanarak tekrar anlattım. Memur daha ilerdeki başka bir memuru işaret etti, biraz sonra ona anlat dedi. Gösterdiği memurun yanına gittim. Takım elbiseli birisiyle konuşuyodu, beklemeye başladım. Biraz sonra benden rahatsız olup 'Ne vardı?' dedi. Hikayemi tüm çıplaklığıyla bir daha anlattım. Sert ve kesin bir tavırla ‘Olmaz!’ dedi.
Tekrar ilk memurun yanına döndüm ağlamaklı
'Olmaz dedi abi yaa’ diye sızlandım. İlk memur, ‘Tabi olmaz, sen eşeğin dibine su kaçırdın, o yanındaki adam müfettişti ‘dedi.
Pişman ancak umut dolu olarak arabaya döndüm, olanları Yücel’e anlattım. Anlaşıldığı kadarıyla konut fonu ödemeden çıkmak diye bir şey mümkündü, ve biz 100 dolar için orada bir, hatta iki hafta kamp yapabilirdik. Bizim paramız kıttı, ama vaktimiz ve sabrımız çoktu. Yine de Bahattin abiyi kaçırmamak için işlemleri bitmeden önce tekrar gidip ilk memurun başına ekşidim.
Bu sefer kendim hakkında başka acıklı detaylar da ekledim. En sonunda memur benim Küçük Emrah tavırlarıma dayanamayıp 'Ver pasaportlarınızı' dedi. Götürdü bir şeyler yapıyormuş gibi yapıp geldi, arabanın ön konsoluna attı, 'Çıkın' dedi, çıktık.



Bahattin abi yoldan bir Bulgar hanım aldı, yol üstü lokantalarında bize bozuk yok diye bir hesap ödetti, ama en sonunda Belgrad’dan Macaristan’a ayrılan kavşağa kadar götürdü. Ayrılırken bu fotoğrafı çekilmeden önce de epeyce ısrar etti, para istedi ama elbette ki vermedik. Yol boyu kader birliğinin etkisi ile koluna girmişim ama içimden geçirdiklerim yüzümden anlaşılıyor gibi geldi bana.




İkinci fotoğraf Macaristan’da Peç Budapeşte arasında bir köyde çekilmiş olsa gerek.Fotograftaki abinin karısının yaptığı kakaolu kekleri de yol kenarında yedik.





Bu köylüyle ve daha pek çok Yugoslav, Macar ve Çek’le ortak hiçbir dil bilmememize rağmen çok neşeli sohbetler yaptık. Hatta bazen bana öyle gelir ki, aynı dili konuşmak kaliteli içten neşeli bir sohbete engeldir.





Bu abinin ufak steyşın Trabbant'ına, giderken henüz küçücük olan çantalarımızla güç bela sığınca kendimizi başarılı saymıştık. Dönüşte iki kat büyümüş çantalarla yine, hem de daha dar olan sedan Trabbilere hatta bir kez de içinde iki kişi olan bir Yugo’ya sığdık ama arabadan inince bir süre çizgifilmlerdeki gibi çözülmeyi beklememiz gerekti.



Son fotoğraf dönüş yolundan (ve ilk fotoğrafla arasında Çekoslovak biraları sayesinde bir ayda kazanılmış 12 kilo fark var) :
Çekoslovakya’dan hızla güneye doğru inmeye başladık. Hava kararınca yolun kıyısında çadır kuruyor, sabah erkenden çadırı toplayıp yola devam ediyorduk. Sınırları yürüyerek ya da garibanlarla geçtiğimiz ve türk olduğumuz için hep eziyet ediyorlardı.
Hans’ın o zaman için yeni model sayılabilecek kırmızı Mercedesine Yugoslavya’da, Dacia’larının bagaj kapakları üzerinde tezgahlarını açmış bir çingene pazarını gezdikten sonra bindik. O da pasaportlarımız inceledikten sonra bizi Selanik’e kadar götürmeyi kabul etti. Çantalarımızı bagaja koyalım dedik,
'Olmaz, çabuk çabuk acele edin'dedi.
Yolda başta hiç konuşmadı, dalgın dalgın arabayı sürdü. Ne zaman ki yol inşaatı nedeniyle trafik tıkandı, bizim dişlek birader küfretmeye direksiyonu yumruklamaya, el freninin üzerindeki büyük kareli harita metod defterini direksiyona dayayıp hızlı hızlı yazmaya başladı. Bir iki derken ‘Ne yazıyosun abi sen?’ diye sordum.
Bizim Hans Viyana’da çinko çatı ustasıymış. Dün gece aralarının biraz bozuk olduğunu tahmin ettiğim sevgilisi Yunanistan’ın güneyinden bir yerden telefon edip ‘Hadi gelsene’ demiş.
Birader de anında (gece 2 de) arabaya atlayıp öğlen saatlerine kadar hiç durmadan araba kullanıp bizi aldığı Priştina'ya kadar gelmiş. Bizi almasının nedeni de anladığım kadarıyla sevecenlikten ziyade uyumaktan korkmasıymış. Yolda durmak zorunda kaldığında da sabırsızlıkla 'Şayze! Şayze!' diye sıralayıp sevgilisine mektup yazıyormuş, işte şimdi şuradayım, kahretsin yine kırmızı ışık diye. Sevgilisinin bir de zarflı fotoğrafını gösterdi defterinin arasından çıkarıp; plajda bir yunan eşeğinin yanında poz vermiş esmer kara kuru bir kız.

Issız bir yerde benzinimiz bitti, ben içimden hah şimdi yan bastın bakalım ne yapacaksın diye kıs kıs gülerken , hemen bagajdan kırmızı metal benzin bidonlarını çıkarıp depoyu doldurdu. Meğer birader benzincide bile vakit harcamayayım hesabıyla bagajı yedek benzinle doldurmuş.



Bu fotoğrafı benim isteğimle, akşamüstü vardığımız Selanik merkezinde çekildik.
Hans vakit kaybedeceği gerekçesi ile biraz gönülsüzdü, sanırım onun da vücut dilinden acelesi belli oluyor.


Te Kit Valasztanal'ı indirmek için link