20 Ocak, 2011

TAYLAND Bangkok, Ko Samui, Ko PhaNgan (Ocak 2010)





(Bu yazının ilk iki bölümünü yayınlayalı 1 yıla yaklaştığından son bölümü ayrı yayınlamak yerine tüm bölümleri birleştirdim. Sadece 3. ve son bölümü okumak isteyenler buraya tıklayabilir)


Can’ın bu sene okula başlaması ile birlikte hayatımıza yeni bir parametre girdi: Ders yılı!Mauritius’a giderken, sağolsun öğretmeninden 3 gün izin alıp bayram tatili ile birleştirmiştik.

Bu sene THY’nin 14 Şubat kampanyası sömestr tatiline denk gelmediğinden Emirates’in iki günlük bir kampanyasını yakalayıp Bangkok’a 3 kişilik bilet aldık.


Bu Tayland’a Can’ın ilk, Neşe’nin ikinci, benim üçüncü gidişim olacak.


23 ocak günü İzmir’de hava fena değildi ama İstanbul’u (Yani haberciler açısından Türkiye’yi) kar, tipi götürüyordu.



İstanbul’dan İzmir'e gelen uçağın gecikmesi nedeniyle biz de 1 saat rötarlı kalktık. Allah’tan uçak biletlerini alırken temkinli davranıp arada 2-3 saat bırakmıştık.
İstanbul’da dış hatlarda işimizi hızlıca halledip YK World Lounge’a geçtik. Tehirler nedeniyle olsa gerek, içersi ana baba günüydü.


Bir masanın köşesine sıkışıp 2 saat boyunca benim yaptığım romlu kokteyllerle çerez yiyip bütün gazeteleri hayattan bıkana, içimize tiksinti gelene kadar okuduk. Sonunda o kadar içim bulandı ki o günden sonra bir daha gazete okumadım, iç politika haberi izlemeyi de kestim.


Türkiye’deki politik gündemi, hele hele Türk medyasından takip etmek insanda onulmaz yaralar açıyor. Kirlenmişlik, çaresizlik duyguları arasında sıkışıp kalıyorsun.


Kar muhalefeti nedeniyle Emirates uçağı da uçağa binmeden önce 1,5, uçağın içinde beklerken(sızmışken) de 2 saat olmak üzere 3,5 saat rötarlı kalkınca Dubai’de normalde 2 saat sonra olan Bangkok aktarmamızı da kaçırdık.


Bir türlü buzlanmayı önleyecek deicing işini bitiremediler.
(Hatta daha sonra öğrendiğimize göre aynı gün THY'nin Bangkok uçağına deicing yapan bir işçi kaza sonucu hayatını kaybetmiş.)


Geçen sefer Emirates’i ne kadar beğendiysem bu sefer de o kadar
kötü buldum. Servis berbat, elemanların yüzünden düşen bin parçaydı. Yemeği dağıttıktan sonra bir saat geçip de içecek servisi gelmeyince şikayetçi oldum.
“350 yolcuya 6 kişiyiz, ancak bu kadar oluyor” dediler. Gerçekten de boş durmuyorlardı.
"İyi, o zaman şikayet formu (onların dilinde katkı (contribution) formu) getirin" dedim, kalemimden kan damlatarak bütün sıkıntılarımı yazdım.


Uçaklarda bu formu isteyince sihirli bir değnek değmiş gibi personelin davranışları hemen değişiyor, daha özenli oluyor. Herhalde en iyisi uçağa binerken formu alıp da yerine öyle oturmak.
Gözünü sevdiğimin THY'si!
Bu yolculukta okuduğum Cem Kozlu'nun THY macerasını anlattığı Bulutların Üstüne Çıkarken adlı kitabı THY'ye bakış açımı değiştirdi.


İstanbul’daki görevlinin söylediğine göre Dubai’ye giden uçakta 57 Bangkok yolcusu varmış. Hepimizin 4 saat sonra, sabaha karşı 3’teki ikinci Bangkok uçağına yer bulmamızın zor olduğunu düşünerek, normalde uçaktan en son çıkan olduğumuz halde bu sefer uçak Dubai'de durur durmaz yerimizden fırladık.


Biniş kartımızı aldıktan sonra havaalanında 2 saat uyur uyanık gezinip uçağa biner binmez uyuduk. Saat farkı nedeniyle 2 saat sonra uyandırp önce kahvaltı , sonra bir yemek daha verdiler.
Bu tip uzun uçak yolculuklarında kendimi semirmeleri için kafeslerde hiç hareket etmeden sürekli önüne yem gelen tavuklara benzetiyorum ve her uçuşta bir kilo semiriyorum.


Normalde sabah 8 de inmemiz gereken Bangkok Suvarnabhumi Havalanı’na 4 saat rötarla 12’de vardık. Havaalanında 50 dolar bozdurdum (1 USD= 31, 1 euro=46, 1 lira=20 baht)
Havaalanından çıkınca Uzakdoğu’nun, özellikle de Bangkok’un karakteristik havasını çok özlediğimi fark ettim. Bu havayı tarif etmek zor. Sıcak, nemli, ve değişik bir kokusu var. Biraz baharat kokusu gibi ama tam öyle de denemez.


Yola çıkmadan önce
Couchsurfing sitesinden bulduğumuz ev sahibimiz Gayana’ya telefon ettim. Evi Bangkok’un biraz dışında büyük bir yerleşim kompleksinin içindeymiş.
Bir taksiye binip şöföre numarasını vermemizi söyledi. Söylediği gibi yaptık, havaalanının alt katından bir taksiye bindik.
Şöförün adının, gerektiğinde şikayet edilebilmesi için kod numarasının, ve saçları taralı bir fotoğrafının yer aldığı kart tüm taksilerde ön camda asılı duruyor.


Gayana telefonla taksiciye yolu tarif etti. Şakır şakır yağmur altında yaklaşık 40 kilometre ve 1 saatlik yolculuktan sonra evin bulunduğu siteye vardık. Site dediysem bir uçtan bir uca çapı rahat 7-8 kilometre vardır. İçinde alışveriş merkezlerinin yanısıra suni bir göl de var. Oturanlar site içinde ulaşım için kendilerine ait golf arabaları kullanıyorlar.


Site içinde toplu taşım yok.
Zaten Gayana da hiç kullanmadığı için evine toplu taşıma ile nasıl gelindiğini bilmediğini söylemişti. Neyse sitenin içinde de epeyce tur attıktan sonra adresi bulduk, büyük lüks bir ev.


Taksimetre 340 baht (1 euro=46 baht, 1 lira=20 baht) yazdı. Taksiler söylemeden taksimetreyi açıyorlar. Ayrıca havaalanından bindiğimiz için ekstra 50 ve otoban ücretleri için de 80 baht verince ücret 10 euroya denk geldi.
Bu fiyata Ko San Road’da orta halli bir otelde kalabilirdik ama biz bu Couchsurfing işini çok sevdik. Yerli insanlara konuk olmanın yanı sıra kendi evimizde de pek çok kişiyi ağırladık. Uzaklardan gelenler eve yolun kokusunu, havasını getiriyorlar, oturduğun yerden seyahate çıkmış gibi oluyorsun.
Ev sahibemiz Gayana Sri Lanka’lı genç bir kadın. Eşi David de Liverpool’uymuş, tekstil şirketinde orta düzey yöneticilik yapıyor, yılda seksen bin pound kazanıyormuş.


Evde iki Burma’lı hizmetçinin yanı sıra Gayana’nın Sri Lanka’dan gelmiş olan (Yılda 10 ay kalıyormuş) annesi de vardı.


Hizmetçiler hem ev işlerini yapıyor hem de Gayana’nın iki küçük çocuğuna bakıyorlardı.
Her halleri ile Bangkok ölçeğinde zengin bir aile idiler.
Bu leğendeki yıkanmış ayakkabılar 4 yaşındaki kızın ayakkabılarının bir kısmı. En az bir bu kadar daha vardı. Ayrıca kendilerinin de belki 40-50'şer çift ayakkabıları evin girişindeki geniş dolaplarda görülüyordu.


Çocuklar Gayana’nın kendi tabiriyle biraz ‘spoiled’ (şımartılmış) olduklarından pek iletişim kuramadık, ama Gayana çok samimi bir ev sahipliği yaptı.
Aslında Tayland’lı bir ailenin yanında kalmak istedik ama uygun bir aile bulamadık.


Bir duş alıp biraz sohbet ettikten sonra Gayana ile birlikte tren bileti almak için Bangkok merkezine gittik.
Planımız Bangkok’ta fazla oyalanmadan bir adaya geçmek.


Tayland’ın turistik adaları kabaca üç bölgede toplanıyor:
1. Doğu’da, Kamboçya sınırına doğru olan Ko Chang ve Ko Samet
2. Aşağıya uzanan kuyruğun Batı’sındaki Andaman Denizi’nde yer alan Ko Lanta, Ko Phi phi, ve Phuket.
3. Kuyruğun Doğu’sunda yani Tayland Körfezindeki Ko Samui, Ko PhaNgan, ve Ko Tao


Birinci bölge Bangkok’a nispeten yakın olmakla birlikte trenle ulaşım yok. Bu bölgede Ko Samet’i daha önce gördüğümüzden, Güney’e gitmeye karar verdik.
İkinci bölgede, Andaman denizindeki adalar Bangkok’a daha uzak olduğundan (ve ben daha önce Lanta ve Phi phi’yi gördüğümden) bizden beklenmeyecek bir şekilde daha İzmir’deyken 3. bölgedeki adalara gideceğimizi kararlaştırmış olduk.


Bu bilinçli, planlı, programlı tavrımızı yine İzmir’deyken Air Asia’nın promosyonlu bir biletini yakalayıp, adalara geçilen Surat Thani şehrinden Bangkok’a dönüş uçak biletimizi alarak taçlandırdık.(Kişi başı 40 USD)
Gidiş bileti promosyonda olmadığın dan gidişi trenle yapmayı planladık.
Gayana arabasını (küçük bir kamyon büyüklüğünde Toyota cipini) Ko San Road’da bir otelin otoparkına bıraktı.


Güneye giden trenlerin kalktığı Hualampong istasyonuna Tuk tuk ile gidelim dedik.
3-4 km lik yol için 150 baht istediler.




Klimalı taksi ile aynı yol 55 baht yazdı. 5 yıl önce şehir içinde her yere tuktukla gitmiştik, indi-bindi 40-50 baht idi. Bu süre zarfında tuktuklar İzmir’deki faytonlar gibi turistik atraksiyon haline gelmiş.
Bir iki deneme daha yaptıktan sonra Tayland’da bulunduğumuz süre içinde hiç tuktuka binmedik.


Tren istasyonunun girişinde büyük turist masaları kurmuşlar, içeri giren turistleri çevirip kamu şirketi havasında bilet satıyorlardı.


Ben fiyatlarını öğrendikten sonra bütün dil dökmelere karşın normal gişeye gittim, ertesi gece için yataklı bileti sordum, kalmamış.


Yataklı için bir gün daha Bangkok’ta kalmak ya da normal koltukta gece yolculuğu yapmak seçenekleri arasında kaldık. Yataklı ile pulman fiyatları hemen hemen aynı olduğundan herhalde konforlu bir tren dedik, koltuklu vagonu seçtik.


Bir kişi 480 baht, çocuk yarı fiyatmış.
(Burada çocuğun yaşını değil boyunu soruyorlar)
Ayrıca demiyolları adalara giden teknelere de otobüs aktarması dahil kombine bilet satıyor. Biletçiler Can’ın boyu üzerine uzun tartışmalardan sonra üçümüze iki tekne biletinin yeteceğini kabul ettiler.


2,5 tren ve 2 tekne biletine toplam 1570 baht (50 USD=75 lira) verdim. Kapıdaki acenteler aynı yol için 1800 baht civarında bir hesap çıkarmışlardı.
Ko San Road’a döndük, sokağa bakan bir restorana oturduk. Ben Som Tam denen karidesli papaya salatası, Neşe deniz ürünlü noodle yedi.

İlk defa yediğim bu salatayı pek bir şeye benzetemedim. İçine kurutulmuş tuzlu karidesi dövüpte koyuyorlar.


Neşe de buna noodle koymamışlar diye şikayet ediyordu ki Gayana Neşe’nin kalamar
şeritleri sandığı şeylerin aslında çok kalın makarnalar olduğunu söyledi.
Gayana hesabı da çok ısrar ederek ödedi.
Doğu’daki ilk CS deneyimimiz Türk usulüne daha yakın cereyan etti.


Eve gelince iki günlük uykusuzlukla hemen sızdık.
Sabah hava pırıl pırıl güneşliydi. Evde kahvaltı ettikten sonra Gayana bizi yakındaki bir otobüs durağına bıraktı.


Belediye otobüsü ile şehir merkezine geldik.
Yolda otobüse iki monk (rahip) binince şöför beni oturduğum ön koltuktan kaldırıp onları oturttu.


Bizdeki gazi ve hamilelere ayrılan yerler Tayland’da monklara ayrılıyor.


(Monkların bilet atmadıklarını söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Sadece otobüse değil hiç bir şeye para vermiyorlar.


Böyle kebap ve sosyal statü içeren hayatı bir Türk kızının aşkı uğruna terk eden monk’un hikayesini
Singapur notlarımda yazmıştım.)
Aşağıdaki fotoğraftakilerden biri gibi bu hayatın cazibesine kapılarak Tayland'a gelip monk olan batılılar da az değil.
(My Name is Earl dizinin bir bölümünde de bununla dalga geçiyorlardı)


Sırt çantalarını bırakmak için otobüs’ten indiğimiz yerden bir taksiye atlayarak Hualampong İstasyonuna gittik.
Emanet servisini özelleştirmişler. Bahtın kuruna daha tam alışamadığımızdan çanta başı 70 bahttan 140 baht gibi deli bir parayı (7lira) bayıldık, çantalarımızı bıraktık.
Yürüyerek istasyondan Chao Phraya deresinin kenarına indik. İskeleyi bulana kadar barakaların arasından yürüdük.


İskeleden Venedik’tekine benzer dolmuş teknelerine binip, içinde devasa 'Yatan Budha’nın yer aldığı Wat Pho tapınağının karşısında indik.


Biz bu tapınağı 5 yıl önce de gezmiştik ama sorumlu ebeveynlik gereği Can’da görsün diye tekrar geldik.


Tapınağın girişindeki gongu çaldık, kutuya beş baht attık.


Girişteki heykellere altın varak yapıştırma adeti devam ediyordu.
Kaç para bilmiyorum, yağlı kağıtların arasında incecik bir altın varağı heykele yapıştırıyorsun, sormadım ama muhtemelen yapışırsa dileğin gerçekleşiyor.


Dileği gerçekleşmeyenlerin yerlerde uçuşan varaklarından bir kısmını alıp defterimin arasına kaydum.
Yatan Buda’nın bulunduğu binaya girdik.
Girerken kimse bilet falan sormadı, meğer çıkış kapısından girmişiz.


Çıkınca baktık, bilet kişi başı 50 baht imiş.
Can Buda’yı beğendi.


Budanın arkasına denk gelen koridora bir sürü bakır çanak yerleştirmişler. Herkes 20 baht verip bozukluk içeren bir tas alıp sırayla o çanaklara atıyor (muhtemelen bu sırada da dilek dileniyor), çınk çınk diye sesler çıkıyor.


Can da çanakların içinden aldığı paraları diğer çanaklara attı, bu arada herkesin dileği birbirine karıştı.


İçerde bol bol fotoğraf çektikten sonra dışardaki kulelere çıktık , biraz da orada fotoğraf çektik.(Çıkmak için merdivenleri var)


Bunların ne amaçla yapıldığını bilmiyorum ama daha küçük olanları sanırım mezar, zira Can küçük olanlardan birinin üzerine çıkınca Tay’lar inmesi için uyardılar, ayrıca bazılarının üzerlerinde plaketler vardı ama Tayca olduğundan ne yazdığı anlaşılamıyordu.


Tapınaktan çıkınca dehşetle fotoğraf makinemin pilinin bittiğini gördüm.
Akşam yol yorgunluğu ile şarj etmeden yatmışım, tapınakta bol bol çekince de bitmiş!


Lityum pil olduğundan şarj etmek için iskelenin önündeki meyve suyu satan dükkanlara rica ettim.
Ali Nesin’e benzeyen meyve sucu adam pek yakın davrandı, hemen prizine taktı.


Masalarının konumunu beğenmeyince komşuma da oturabilirsiniz dedi.
Biz de komşusuna oturduk ama meyve sularını ondan aldık.


Komşusu kadın ondan da(içinden sinek çıkan) kahve almamıza karşın bu duruma biraz sinirlendi, söylendi. Umursamadık.


Can da Hindistan cevizi suyu içti. Genelde bu sular tatsız tuzsuz olmasına karşın bu adamın sattığı ufak cevziler hem tatlı hem kokuluydu.


Tekrar tekneye binip Ko San Road’a yakın olan iskelede indik.
İlk binişimizde iskeleden aldığımız bileti teknede kimse istemediğindenbir daha bilet almadım, kimse de sormadı.
,

Ara sokaklarda yürüdük, çarşı pazarı gezdik, tanesi 100 bahttan tişörtler aldık. (5 lira)


Sokakta yürürken canlı müzik sesini takip edip, özel bir lisenin yıl sonu eğlencesi gibi bir konserine girdik.
Gençler dünyanın heryerinde aynı.


Buradaki kızlar da eteklerini yukarı çekiyorlar, ama Türkiye'dekinden daha özgür bir ortam olsa gerek ki bazı erkek öğrencilerde fazladan ruj da vardı!


Ko San road üzerinde bir masaj salonuna girdik, yarımşar saatlik ayak masajı yaptırdık
(2x120 B).
Can da yaptırmak istedi, çocuk masajı indirimi var mı diye sordum, yokmuş.
Sana göre değil dedik.


Sahiden de ayak masajı epey can yakıcı bir masaj türü, tahta bir çubukla ayağının altına ciddi ciddi bastırıyorlar.
Daha önce yaptırdığımızda çok memnun kalmıştık, bu sefer yalapşap yaptılar, hiç beğenmedik.
Çıkarken kasada oturan kadına da açık açık söyledim, "Çok yalapşap iş yapıyorsunuz, verdiğimiz parayı helal etmedik" dedim, biraz bozuldu.
Yolda açık havada daha ucuza 100 bahta yapanlar çıkmış, keşke onlara yaptırsaydık.
Hiç olmazsa buz gibi salonda donmaz, geleni geçeni de seyrederdik .


Ko San road’da yolun ortasındaki tezgahlardan ıvır zıvır yiyecekler alıp 7/11 in önündeki kaldırım kafesine oturduk.


5 yıl önce de sokaktan yiyecek alıp burada oturmuştuk, çünkü o zaman da birayı en ucuza satan yer burasıydı, hiçbir şey değişmemiş (ufak bira 50 B=2,5 lira).


Normalde gara taksi ile gitmek 10 dakika sürdüğünden tren saatine 45 dakika kalaya kadar içip sokağın başına çıktık. Trafik oldukça sıkışık görünüyordu, yoldan taksi durdurmaya çalışmaktansa kırmızı ışıkta en önde bekleyen boş bir taksiye bindik, Hualampong dedik, şöför taksimetreyi açtı (35 B), yeşil yanmasını beklemeye başladık.
Bekle bekle 5 dakika oldu, ışık değişmedi (taksimetrede beklediğin süreyi gösteren bir saat de var).
Sekiz dakika oldu değişmedi, 10 dakika geçip hala bekleyince treni kaçırma endişesine kapıldık. Şöföre “Neden yanmıyor, önümüzden Kral mı geçecek? Treni kaçıracağız” dedim,
“Bimem ki” anlamında bir işaret yaptı umursamazca.


Arabadan inmeyi çok düşündüm ama insem kesin o anda yeşil yanar, ben de başka boş taksi bulamam diye inmedim. Ayrıca henüz hiçbir yere gitmediğimiz halde klimalı ortamda, kırmızı ışık ambiyansında Tay popu dinleme karşılığında taksiciye 57 baht ödemem gerekecekti. (Normalde gidebilen taksiler buradan gara 55 baht yazıyor)
12. dakikanın sonunda ışık değişti, fakat önümüzdeki tuk tuk 50 santim kadar gidip istop etti. Tuktukçu yeşilin son saniyelerine kadar uğraşıp motoru öksürterek çalıştırdı. Bizim taksici de peşine takılıp kırmızı buçukta geçerek kalabalık yollarda slalom yapmaya başladı.
Bir yandan da “Tip, tip, tip, tip” diye makamlı bir şarkı söylüyordu.


Gara varınca 10 baht tipi (bahşiş) ücrete ekledim, girip çantalarımızı aldık, vagonumuzu aramaya başladık.
Gerçekten çok uzun bir trendi, bizim vagon belki 20. arabaydı.


Trenin içi hayal kırıklığı oldu. Koltuklar dökülüyordu ama hiç olmazsa kalabalık değildi.
Vaktinde hareket ettik. Fanlı (klimasız) bilet almıştık, dolayısı ile bütün camlar açıktı ve ortam çok gürültülüydü. Bir litre Sprite ile yanımızdaki votkayı ve Yapı Kredi’nin çerezlerini götürdük, kitap okuduk. Can, Gayana'nın hediye ettiği bir oyuncakla oynadı.


Önümüzde oturan bir grup Tay bağırışmaya başlayınca kulaklığımı çıkardım, ne oldu diye baktım. Yan sıradan bir kadın ayağımı camdan çıkarmamın önündeki erkek arkadaşını rahatsız ettiğini haykırıyordu.


Bu memleket çok değişmiş, eskiden burada bağırmak sinirlenmek en fena bir şeydi. İskeledeki sinirli, sinekli kahveci kadından sonra aynı gün içinde ikinci kez Tay fırçası yedik.
Ben de Türk usulü mukabele edip ayağımı içeri soktum.
(Daha sonra uzun yıllar Uzak Doğu'da yaşamış olan arkadaşım ELif'le konuşurken ayağımın altını gösterdiğim için sinirlendiklerini söyledi. Bu çok hakaretamiz bir hareketmiş. Hele Nepal'de birine terliğinin altını göstereceğine öldür daha iyiymiş)


Bir süre uyumaya çalıştıktan sonra gece yarısına doğru karnımız acıktı, Restoran vagonuna geçtik. İki masada turistler vardı, gerisi boştu. Bir masadaki sarhoş orta yaşlı Alman turistlerin şamatası, sesi sonuna kadar açılmış teybe karışıp, hepsi açık olan camlardan gelen rüzgar ve tekerlek sesinde boğuluyordu.


Önce teybi kıstırtıp gürültüyü 1/3 oranında azalttıktan sonra fıstıklı tavuk pilav ve bira söyledik.


Yemek çok lezzetliydi, (290 baht tuttu) ama geç saatte yediğimizden rahatsızlık verdi. Sabaha kadar doğru düzgün uyuyamadık
(Can her yerde olduğu gibi hemen deliksiz uyudu)


Sabah 7 gibi, yarım saat rötarla Surat Thani istasyonuna vardık.
İstasyonun hemen yanında bekleyen 3-4 otobüs trenden boşalan turistleri aldı.
Otobüste kimse bilet sormadı.


20 dakikalık bir yolculuktan sonra eski Odunluk İskelesine benzeyen bir yere geldik. Bizim gideceğimiz Koh Samui’den başka Koh Phangan ve Koh Tao’ya gidecekler de buraya geldi. Burada tekne biletlerimizi alıp gideceğimiz adaya göre renkleri değişen çıkartmalar verip bunları görünür yerimize yapıştırmamızı istediler.


Çoğu yirmili yaşlarda yüzden fazla genç çardak altlarına yayıldı. Kimisi sandviçle kahvaltı etti, kimi sabahın 8’inde kıyıdaki masalarda biraya başladı.
Çok şiman, rastalı bir genç de gitar çalarak ambiyansa katkıda bulundu
Biz de sökülmüş otobüs koltuklarında uyukladık.


Bir saat burada bekledikten sonra gideceğimiz adalara göre ayrılıp, tekrar otobüslere bindirilip bir saat daha yol gittik.


Otobüste yanımda, cam kenarında oturan Fransız genç tepemde dikilen adama yarım saat boyunca yüksek sesle bir şeyler anlatınca dönüp Türkçe uyardım, anlamayınca İngilizceye tam tercümesini yaparak “You fucked my brains” dedim.
Bir an afalladı, yine de susmadı.
Kulaklıkları takıp sabah sabah uykusuz Led Zeplin dinlemek zorunda kaldım.


En sonunda esas iskeleye vardık. Bizde önceki otobüslerle gelmiş olan turistlerin lebalep doldurduğu Koh Samui feribotuna bindik.
Kenarda kendimiz bir kıçlık yer açıp oturduk.


Feribot beklemeden kalktı. Zaten binilecek yer de kalmamıştı.
Biraz sonra dehşetle otobüsteki Fransız gencin arkamda oturduğunu fark ettim. Bu sefer İskandinav bir kızı yakalamış daha bir iştahla bağıra bağıra yeşilleniyordu.


Kalkıp başka bir yer aradım ama yoktu.


Mecburen alttaki klimalı salona indim.
Yolculuk 1 saat 15 dakika sürdü. Saat 12 de Samui Adasının iskelesine indik.


Gözümüz yatak aradığından fazla düşünmeden daha önce
Alim’lerin sitesinde okuduğum buranın en popüler plajı olan Lamia Beach’e giden bir kamyonet seslenince arkasına atladık (kişi başı 100 baht).


DEVAMI YAKINDA BURADA









umitorhan
dedi ki...

harika bir yazı! anlatma yeteneğinize hayranım:)

Ben güneye giderken 400 bahta yataklıda gitmeyi başarmıştım ama, kuzeye giderken sizin surat thaniye gittiğiniz mevkide gittim. Bu ikisini kıyaslamak bile istemiyorum.:)

Taylanda gitmeye karar verdikten sonra son bi iki gece bangkoktaki bütün CSer ların profilini incelemiştim. Yanınızda kaldığınız ailenin fotoğraflarını da hatırlıyorum. CS gerçekten harika bir şey! Forumlarında özellikle seyahat tüyoları içieren çok faydalı konular var.
Bulutların üstüne çıkarken kitabı kısa bir sürede thy nin nereden nereye geldiğnii çok güzel bir şekilde anlatıyor. cem kozlu tarafından imzalanmış bir kitabı okumuştum ben de thy de çalışırken.

Can ın okulu sebebiyle geziler için boş zaman bulmanızın daha da zorlaşmasına üzüldüm.

devamını merakla bekliyorum...
Çarşamba, Mart 10, 2010 11:41:00 PM

gülcan
dedi ki...
beni evlat edinirmisiniz İzmirde oturuyorum zorlamam sizi :)
Perşembe, Mart 11, 2010 9:34:00 AM


Adsız
dedi ki...
Üstat arayı uzatmayın. Devamını en kısa zamanda bekliyorum.
Millet yeşil tshırta hasta olmuştur.
Bende size özendim. Mouritus'a gideceğim.
Tek eksik jamaica yazan bir tshırt ve ucuza denk getireceğim ucak bileti. Den getirdimmi Mouritustayım. Aynı sizin kullandığınız yolu kullanacağım.
Kalın sağlıcakla
Perşembe, Mart 11, 2010 2:40:00 PM


Tijen
dedi ki...
Muhteşem "mickey mouse" ayrıntısını nasıl atladın Bora. Yoksa size Bangkok'ta tren istasyonunda çantalarınızı bırakırken "içinde yiyecek var mı" diye sorup kartonda üzerinde "mickey mouse" yazan fare resmini göstermediller mi?
Perşembe, Mart 11, 2010 4:38:00 PM


ssbb
dedi ki...
Yiyecek var mı diye sordular da mikiyi göstermediler.
Ben de niye sırduklarını anlamamıştım.
Perşembe, Mart 11, 2010 4:41:00 PM


OzlemPansiyon
dedi ki...

özellikle ilk fotoğrafa bayıldım!
gülcan'ın önerisini ben de yinelemek istiyorum; beni de evlat edinin:)
Perşembe, Mart 11, 2010 6:56:00 PM


ssbb
dedi ki...

O zaman senin evlatlara kim bakacak Özlem:)
Perşembe, Mart 11, 2010 7:37:00 PM

Adsız
dedi ki...
sevgili bora
surekli yazilarini hayranlikla takip ettigim sandaletli seyyahla ayni ucakla dubai ye ucarizda nasil farketmem.o gece resmen bi kabustu.bizim(ben ve esim)donuste ayri bi felaketti emirates le.dondugum gunden beri nereyi bulursam oraya sikayet edip b....kluyorum ben emirates i artik.biz bangkok a ertesi aksam uctuk,inanirmisin ucak bangkok a inerken bie suru insan koltuklar yatik uyuyordu ve hostesler dolasip kimseyi uyarmadilar bile.
cesme ye gelirsen lutfen omega optik e ugra birlikte bir cay icelim.
selam ve sevgiler.
Perşembe, Mart 11, 2010 11:29:00 PM

Demet
dedi ki...
fotolar yıkılıyor gene !
Cuma, Mart 12, 2010 12:04:00 AM


atıf
dedi ki...

sizden yaklaşık 1 hafta sonra samui ve phangan'daymışım üstadım.
surathaniye kadar bende trenle gitmiştim. kompartman arkadaşım genç , budist bir rahipti.rahiplerden para almıyor demişsiniz ama onun biletinde tutar yazıyordu.para almadılarsa bilemem :)
bu yazınız beni olumsuz etkiledi :)
yeni dönsekte insan şimdiden özlüyor oraları.kasımda daha uzun soluklu içinde koh chang ta olan bir seyahat düşünüyorum.
selamlar.

siznki gibi olmasada, benim naçizane yol notlarım :)

http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=51028.new#new
cuma, Mart 12, 2010 9:25:00 AM


ssbb
dedi ki...
Yazını okudum Atıf, güzel bir geszi olmuş belli.
Monklara gelince;
Otobüste ve teknede para vermediler(teknede ben de vermedim)
Yanımda Ali Nesin'e taze meyve suyu sıktırdılar yine teşekkür edip gittiler.
Ben de hiç bir şeye para vermedikleri sonucunu çıkarttım.
Belki demiyolları laik bir müessesedir:)
Cuma, Mart 12, 2010 11:17:00 PM


atıf
dedi ki...

Belki demiyolları laik bir müessesedir:)

okuduğumdan beri gülüyorum :)herhalde otobus ve tekne ücretleri tren biletine-bangkok içi- göre çok çok düşük olduğunda almıyor olabilirler.
rahibin tren bilet bedeli 1480 gibi bir tutardı.
bu arada foto makinasının tam modelini yazacağım ama arkadaştan daha cevap gelmedi.
Pazartesi, Mart 15, 2010 4:24:00 PM

atıf
dedi ki...

pentax optio wpi 6.0 . wpi : water proof, 6.0 :

makinanın modeli budur üstadım.
Salı, Mart 16, 2010 8:14:00 AM

Adsız
dedi ki...

off gene çocuk olup her yerde uyuyabilmek istiyorummmm..
Çarşamba, Mart 17, 2010 9:56:00 PM

Basak
dedi ki...

Süper, çok keyif aldım yazınızı olurken. Oğlunuzun tüm bu seyahatlerdeki uyumu da ayrıca takdire değer.
Perşembe, Mart 18, 2010 3:05:00 PM


DERYA
dedi ki...
güzel bir tatil, görülesi yerler ve fotoğraflarla süslenmiş aydınlatıcı bir yazı. elinize keyfinize sağlı.
Cuma, Mart 19, 2010 1:08:00 PM

Di
dedi ki...

e hadi. 10 gün oldu...
Cumartesi, Mart 20, 2010 8:50:00 PM



..........Ayşe'nin Gazetesi..........
dedi ki...
Merhaba,

Yazınızı yine bir solukta okuyuverdim. Yeni yerler tanımanın yanında alternatif seyahat hakkında da fikir sahibi oldum. Bahsettiğiniz Couchsurfing in sitesine girdim. Çok ilginç buldum. Bana biraz bu konudaki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz? Güvenli mi ilk olarak? Siz kaç kez bu şekilde konakladınız? Avantajları ve dezavantajları hakkında ne düşünüyorsunuz? (tabiki eğer vaktiniz varsa bunları açıklamak için :) )
Şimdiden teşekkürler...
Pazartesi, Mart 22, 2010 8:33:00 PM


ssbb
dedi ki...

Ayşe Hanım biz bu site sayesinde Brezilya, Almanya ve Singapur'da konakladık.
Brezilya ve Singapur yazılarımda konuyla ilgili geniş bilgi bulabilirsiniz.
Yine de aklınıza takılan konular varsa yanıtlamaya çalışırım.
Pazartesi, Mart 22, 2010 8:51:00 PM


italya turları
dedi ki...
gerçekten sanki sizinle beraber seyahat eder gibi yazınızı okudum...

saygılar
Salı, Mart 23, 2010 12:44:00 PM


ugurcan
dedi ki...
ne yalan söyleyeyim, can'ın bu şekilde yetişiyor olmasını çok kıskanıyorum:) onu da bu koşullara alıştırdığınız ve ileride mutlaka faydasını göreceği tecrübeler kazandırdığınız için sizi takdir ediyorum. bu yaştaki seyahatleri hatırlamasa bile albümünde budhanın önünde çekilmiş bir fotoğrafı olacak:)

Çarşamba, Mart 24, 2010 12:41:00 AM



TAYLAND II
(Ko Samui, Ko Pha Ngan)




Çıkan kısmın özeti:
12 saatlik yorucu bir tren yolculuğu ile Bangkok'tan Surat Thani şehrine, oradan otobüsle iskeleye, iskeleden de tekne ile Samui adasına ulaştık.







(3 kişi 9 gün)
Uçak Bileti: 1330 euro
Total harcama: 400 euro

Kitap:
Vefa Zat, Barmen
Cem Kozlu, Bulutların üstüne çıkarken
Ece Temelkuran, Muz Sesi (yarım bırakıldı)